Felsefe hakkında her şey…

Kültür Merkezciliği Nedir, Ne Demektir?

21.11.2019
4.867

Kültür merkezciliği (ethnocentrism), kişinin kendi kültürünü esas alarak öteki kültürleri küçük görmesi, kendi kültürünü doğal sayarken ötekilerini suni olarak değerlendirmesidir. Kültür merkezciliği anlayışında aynı zamanda en tepede kendi kültürü olmak kaydıyla tüm kültürleri belli bir hiyerarşi içinde tasarlamak da vardır.

Bizimkinden faklı hayat tarzları, bizim kültürümüzden oldukça farklı kültürler olduğunu biliyoruz. Yaşadığımız topraklardan uzak coğrafyalarda, başka dilleri konuşan, farklı dinlere mensup ve çok değişik yaşam biçimlerine sahip milyarlarca insan yaşıyor. Sadece bizden binlerce kilometre uzakta, başka ülkelerde değil; yaşadığımız şehirde, aynı mahallede, hatta oturduğumuz apartmanda da bizden farklı giyinen, konuşan ve bizimkinden açık olarak farklı yaşam biçimlerine sahip insanlar görüyoruz. Bu durum insan olmanın farklı yollarının olduğunu, gündelik yaşam içinde bizimkinden farklı davranış biçimleri ve hayat tarzları olduğunu bize hatırlatır.

Belki daha da önemlisi, bu gözlem sadece dünyada ya da başka bir coğrafyada değil, bir ülkede ve aynı toplum içinde bile tek bir kültürün değil, farklı kültürlerin olduğunu karşı çıkamayacağımız şekilde bize gösterir. İşte kültürlerin bu çeşitliliği bizi kendi kültürümüz içindeki çeşitlilikten de haberdar eder. Kültürler arasındaki farklılıkları görmeye alıştığımızda, bunları kendi kültürümüz içinde de arar ve bunlara âdil davranmayı öğreniriz. Kültürümüzün farklı etkilerin sonucu olduğunu, farklı düşünme biçimlerini barındırdığını ve farklı yorumlara açık olduğunu kavrarız (Parekh, 2002: 214).

Ancak farklı kültürlerin varlığını ve kültürlerin çeşitliğini kabul etmek, ne yazık ki her zaman başka kültürlere saygı gösterilmesini sağlamaz. İnsanlar kendi kültürlerini çok önemsediklerinde, onu “en iyi, en güzel” olarak görmeye başladıklarında ve o kültürün içine kendilerini hapsettiklerinde işte tehlike belirir.

Etnik Merkezcilik Nedir?

Bireyin kendi kültürel değerlerini ön plana alarak başka kültürleri kendi kültürünün değer sisteminden değerlendirerek yargılaması etnik-merkezcilik olarak adlandırılır. Ortak bir kültürü ve kimliği sağlamak ve “biz” duygusunu pekiştirmek için tüm kültürlerin biraz etnik-merkezci olması uzun bir süre doğal karşılanmıştır. Gelgelelim, etnik-merkezcilik çoğunlukla “biz böyleyiz ve bu halimizden memnunuz” masumiyetinde değildir. Etnik-merkezcilik sıklıkla kendi kültürünü yüceltme ve başka kültürleri küçümseme, ötekileştirme ya da aşağılama düzeyinde kendini gösterir. Bu nedenle, etnik merkezciliğin hiç de masum olmadığı, aksine heterofobi (farklılık korkusu/düşmanlığı), zenofobi (yabancı korkusu/ düşmanlığı), islamofobi (İslam korkusu/düşmanlığı), homofobi (eşcinsel düşmanlığı), şovenizm ve daha önemlisi ırkçılık ile çok yakın bir ilişki içinde olduğu belirtilebilir. Dolayısıyla, başka kültürlerin önceleri “tuhaf”, sonra “anormal”, kimi zaman “sapkın” ve zaman zaman bir “tehdit” olarak değerlendirilmesi, sonrasında o kültürün üyesi olan insanlara karşı bir nefretin ve düşmanlığın oluşmasına neden olabilir (Gökalp, 2009: 114).

Kültürel Görecilik Nedir?

Aslında kendi kültürümüz bizim için ne kadar anlamlı ve değerliyse, başka kültürler de onların üyeleri için o kadar değerli ve anlamlıdır. Her kültürün kendi içinde önemli ve değerli olduğu düşüncesi bizi antropolojik perspektifin önemli bir ilkesi olan kültürel görecilik olgusuna getirir. Kültürel görecilik ya da kültürel rölativizm, başka kültürleri kişinin kendi kültürünün değil, o kültürün bağlamı içinde görmesi ve değerlendirmesi düşüncesidir. İşte kültürel farklılıkları kültürel görecilik prizmasından gördüğümüzde, başka kültürlere empati ve anlayışla yaklaşabiliriz. Kaldı ki etnik-merkezciliğin bir kaç adım sonrasının ırkçılık olabileceği göz önüne alındığında, etnik-merkezciliğe kıyasla kültürel göreciliği savunmak önemlidir. Gerçekten de Bates’in (2009: 14) vurguladığı gibi, “antropolojinin dünyaya sunacağı bir mesaj varsa bu, iletişim, ticaret ve yolculuk ağlarının farklı kültürlerden insanları birbiriyle sık sık temasa geçirdiği küreselleşme çağında kültürel göreciliğ e olan gereksinimi vurgulamaktır.” Fakat etnik-merkezcilikteki tehlike’nin bir benzeri de burada söz konusudur.

Her kültürün kendi içinde anlamlı ve önemli olduğu savı kuşkusuz hiç rahatsız edici değildir. Ancak kültürel göreciliğin doğasında -evrensel insan hakları tartışmasında giderek merkezi bir yer alan- bir ikilem bulunmaktadır. Tüm kültürler aynı derecede değerli midir? Bütün kültürler dışarı- dan değerlendirilemez ve yargılanamaz mıdır? Tüm kültürlere eşit derecede saygı gösterilmeli midir? Örneğin bir kültür kendi içindeki ya da dışındaki insanların yaşam hakkına saygı göstermiyorsa, yine de “kendi içinde değerli” olarak kabul edilmeli ve saygı duyulmalı mıdır? Kültürel göreciliğin birkaç adım sonrasında, insan hak ve özgürlüklerini güvence altına alan hukuksal standartların evrenselliğini reddettiği durumlarda da tüm kültürlerin eşit derecede değerli olmasından söz edilebilmesi mümkün müdür? Monaghan ve Just’ın (2007:74) belirttiği gibi, sonuçta insan aynı anda hem evrensel insan hakları anlayışını hem de kültürlerin göreli oldukları görüşünü taşımanın mantık açısından mümkün olup olmadığını sormadan edemiyor. Bu nokta hem antropolojide hem sosyal bilimlerde oldukça tartışmalı olsa da, tüm kültürlerin değerli olduğunu, ancak hepsinin eşit derecede saygıyı hak etmesinin, başta yaşam hakkı olmak üzere evrensel düzeyde kabul gören bireysel hak ve özgürlüklere gösterdikleri saygı ölçüsünde mümkün olduğunu savunabiliriz.

Kültürel merkezcilik, diğer kültürlerin medeni dünyanın içinde yer alamayacağı, isteseler dahi kültürel yapılarını değiştiremeyeceklerine dair gizli ırkçılıktan açıkça diğer kültürleri ve mensuplarını tahrik ederek ikinci sınıf sayan biyolojik ırkçılığa kadar çeşitli fikirleri kapsar.

Kişinin içine doğduğu kültürü ile ilişkisinde hayatını uyumlu bir şekilde sürdürebilmesi için onu olumlaması önemlidir. Hatta tüm kültürel pratikler kendilerini doğal ve haklı kabul eden ideolojik bir içeriğe sahiptir. Bu bir ölçüde makul kabul edilmelidir. Sosyal çevresini kendi haklılığı konusunda ikna edemeyen kültürel değerlerin yaşama şansı olmaz. Ancak sorun, özellikle bir toplumdaki kamuoyu önderlerinin, ideoloji taşıyıcılarının, entelektüellerin kendi kültürleriyle başka kültürler arasında pratiklere, değerlere ilişkin bir fark olmakla birlikte bunun ahlaki bir fark olmadığını, herhangi bir kültürü ötekine karşı özellikle değerli hâle getirecek bir gerekçe ortaya konulamayacağını kitlelere iletip iletmemelerinde düğümlenir.

Kültürel görelilik, kültürel farklılıklar hakkında değer yüklü yargılardan kaçınmayı öneren ve her kültürü diğerine karşı göreceli kabul eden yaklaşım biçimidir.

Diktatörlüğe dayalı siyasal rejimlerde, tek parti iktidarlarında ya da aşırı milliyetçi ideolojilerin egemen olduğu siyasal yapılarda ait olunan kültür kayıtsız şartsız olumlanır ve ahlaken yüceltilir. Bu tutumun ne kadar çatışmacı bir toplumsal iklim doğurduğu Nazi Almanya’sı döneminde tüm dünyaca tecrübe edilmiştir. Demokratik toplumlarda ise kültürel farklılıklara daha toleransla yaklaşıldığı, ait olunan kültürel sisteme ilişkin daha yapıcı bir eleştirelliğin devreye girdiği gözlemlenir. Bu eleştirellik aynı zamanda o kültürel sistemin kendini yenilemesi, canlılığını sürdürmesi bakımından önemlidir. Montesquieu Fransız toplumuna kendi dünyalarının dışarıdan nasıl görüldüğünü “Acem Mektupları” isimli eserinde iki İranlıyı konuşturarak gösterirken esasen Fransa’ya bir eleştiri getirmektedir. Türk toplumunun uzun asırlara dayalı imparatorluk tecrübesi, farklı kültürlerin bir arada yaşadığı barışçı bir toplumsal iklim doğurmuştur.

Yabancı hayranlığı ise bir bakıma kültürel merkezciliğin bütünüyle karşıtı bir hâli ifade eder. Burada da kişi içine doğduğu kültürü hakir, çirkin, değersiz görür ve hiçbir analitik muhakemeye dayanmaksızın dışarıdan gelen her tür kültür unsurunu olumlamaya dayalı bir ruh hâli ile davranır. Özellikle toplumların sorunlarının çoğaldığı, gerileme dönemine girdikleri, şartlarını değiştirmek için başkalarının tecrübelerinden faydalanmak istedikleri ortamlar yabancı hayranlığı için elverişli bir iklim oluşturur. Örneğin Tanzimat Döneminin kültürel ikiliğinin yarattığı karmaşada yabancı kültürlerin etkisi artmış ve onlara karşı hayranlık, özellikle hızla sosyal sınıflarını değiştirip zenginleşen çevrelerde güç kazanmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında, yabancı dille konuşmayı, evlerine yabancı kökenli mobilyalar getirtmeyi, yabancı mürebbiyeler tutmayı medenileşmenin en temel göstergeleri sayan anlayışın dönemin pek çok entelektüeli tarafından çarpıcı eleştirilere tabi tutulduğunu görürüz.

Her toplumda ölçüsüzce kültürünü abartılı bir biçimde yücelten ya da tersine bir yabancı hayranlığıyla davranan birileri olabilir ancak toplumun çoğunluğu böyle davranmaz. Bu iki karşıt tutum arasında dengeli bir konum geliştirebilmek pek çok bakımdan faydalı olabilir.

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...