Felsefe hakkında her şey…

Pozitif Özgürlük Nedir?

13.11.2019
5.977
Pozitif Özgürlük Nedir?

Pozitif özgürlük, kendi hayatınızı kontrol etmek üzere sahip olduğunuz özgürlüktür. Pozitif özgürlük bağlamında, kendi hayatınızı gerçekten kontrol edebildiğinizde özgür; fakat hiçbir bakımdan fiilen kısıtlanmamış olsanız bile aksi durum söz konusu olduğunda özgür değilsinizdir.

Özgürlüğün pozitif fikrini savunanlarının pek çoğu, gerçek özgürlüğün, bireylerin ya da belki de devletlerin kendi yaşam tercihlerini yapmak suretiyle bir tür kendini gerçekleştirmesinde yattığına inanır.

Örneğin birisi alkolikse ve sahip olduğu muhakeme yeteneğine aykırı davranıyorsa, bu insanın tüm parasını çılgınlar gibi içki âlemlerinde harcaması özgürlük olarak değerlendirilebilir mi? Bu, özellikle alkolik kimsenin ayık olduğu zamanlarda yaptıklarından pişman olması sebebiyle sezgisel olarak pek de makul görünmez. Bizler daha ziyade alkolik kimsenin içki tarafından kontrol edildiğini ve dürtülerinin kölesi olduğunu düşünme eğilimindeyizdir.

Pozitif özgürlüğe göre alkolik insan her ne kadar sınırlamalara maruz kalmasa da gerçek anlamda özgür değildir. Nitekim negatif özgürlüğü savunan biri için bile, alkolik birisi eylemlerinden tam anlamıyla sorumlu tutulamayacağı için, tıpkı çocuklara yapıldığı gibi eylemlerine müdahale edilmesi gerektiğini düşünür.

İlgili konu: Negatif özgürlük nedir?

Gelgelelim birisi hayatıyla ilgili hiç durmadan aptalca kararlar alıp tüm yeteneklerini boşa harcıyorsa, bu durumda onu ikna etmeye yükümlü hissederiz; fakat onu daha iyi bir yaşama zorlamaya hiçbir zaman hakkımız yoktur.

Böylesi bir davranış, tıpkı kontrolcü bir ebeveyn gibi davranarak, özgürce kendi kararlarını verebilecek ve hatalar yapabilecek yaşa gelmiş birisine gerekçelendirilemez babalık yapmanın bir biçimidir.

Mill için, bir başkasına zarar vermediği ya da kendi başına eyleyecek zihinsel kapasiteye sahip olmadığı müddetçe, diğer yetişkinlerin yaşamlarına müdahale etmek onların “kendi iyilikleri” için kabul edilemezdir. Bu türden bir zorlama onların negatif özgürlüğünü sınırlamak anlamına gelir.

John Stuart Mill, Utilitarizm'in kurucusudur.

John Stuart Mill, Utilitarizm’in kurucusudur.

Pozitif bir özgürlük ilkesini savunanlar, negatif özgürlüğü sınırlanmış böylesi bir insanın kendi potansiyelini gerçekleştirinceye ve aksi tutumlarının üstesinden gelinceye kadar gerçek anlamda özgür olmadığını iddia edebilir. Bu görüşten gerçek anlamda özgürlüğe erişmek için zorlamadan yana olan görüşe kaymamak için ince bir çizgi vardır.

Isaiah Berlin, pozitif özgürlük kavramının her türden adaletsiz zorlamaya serbestlik sağlayacak şekilde kullanılabileceğine dikkat çeker: Devlet yetkilileri, özgürlüğünüzü artırmak konusunda yardımcı oldukları temelinde, sizleri belirli biçimlerde hareket etmeye zorlamalarını gerekçelendirebilirler.

Şüphesiz burada söylenmek istenen şey pozitif özgürlük kavramının tarihte sıklıkla suiistimal edildiğidir. Bu bakımdan pozitif özgürlük kavrayışının kendisinde bir yanlış yoktur. Ancak tarihin bize gösterdiği gibi bu kavrayış yanlış kullanıldığında tehlikeli bir silaha dönüşebilir.

Öte yandan kişinin amaçlarına ulaşmak için kapasitenin artırılması anlamındaki pozitif özgürlük anlayışı, bireyin kendi kendisinin efendisi olabilmesi için gerekli şartların ortaya konmasını esas alır. Burada önemli olan artık müdahalesizlik değil, gerektiğinde müdahale de dâhil olmak üzere çeşitli mekanizmalarla bireyin kendi kendisinin efendisi olabilme potansiyelini geliştirmektir.

Bu noktadan itibaren özgürlük maddi ve ekonomik bir zemin kazanır ve bireysel özgürlüğü toplumsal bir zemine oturtur. Buna göre bireyin iyiliği öngörülebilir bir hâldir, negatif özgürlük anlayışını savunanların iddia ettikleri gibi salt bireyin irade, akıl ve seçimlerine bağlı olarak öne sürülebilecek bir husus değildir. Bireylerin kendi kendilerinin efendileri olabilmeleri onların belirli bir düzeye taşınmasını gerektirir. Bu anlamda özgürlük salt bireysel bazda tanımlanamaz, bireyin içinde bulunduğu toplumsal ilişkiler bütünü içerisinde belirlenir.

Pratik olarak pozitif özgürlük anlayışı özellikle on dokuzuncu yüzyılın sonlarından itibaren oy hakkının genelleşmesi ile temelleri atılan kitle demokrasilerinin ortaya çıkışına paralel olarak gelişmiştir. Özellikle sosyal devlet anlayışının gelişiminin temelinde bu özgürlük anlayışı vardır.

Buna göre birey potansiyelleri olan bir varlıktır ve toplum içinde yaşayan bir varlık olarak kendi öz-gelişiminin, yani potansiyellerini gerçekleştirebilmesinin önünün açılabilmesi, gerekli toplumsal olanakların ona sunulması ile ilgilidir ve sosyal devlet de bu olanakları ortaya çıkaracak olan mekanizmalarla donatılmış olan devlettir.

Negatif özgürlük anlayışının savunduğu gibi, devletin rasyonel bir varlık olduğu varsayılan bireyin özerk alanından uzak durması yeterli değildir. Bireyin potansiyellerinin açığa çıkarılacağı toplumsal ortamın sağlanması gerekir. Bireyin özgürlüğü ona bu olanakların verilmesi ile doğrudan doğruya ilintilidir. Bu nedenle devlet bu alanda aktif bir özne olarak düzenleyici olmalıdır.

Pozitif özgürlüğün bu pratik açılımı daha çok siyasal yelpazenin solu tarafından savunulmuştur. Sosyal demokrasiden sosyalizme kadar uzanan sol siyaset, bireylerin modern toplum içerisinde özgür olabilmeleri için, gerekli sosyal koşulların kamu ve devlet üzerinden oluşturulmasını savunmuş ve bu anlamda giderek sosyal devleti ön plana çıkarmıştır.

Hatta liberalizmin de bu gidişattan azade kalabildiği söylenemez. Özellikle on dokuzuncu yüzyılın sonlarından itibaren, modern toplumun ihtiyaçlarına paralel olarak, liberalizmin bir tür sosyal tını kazandığını ve bu tınının yirminci yüzyıl boyunca giderek arttığını söyleyebiliriz.

John Stuart Mill’den başlayan ve akabinde T. H. Green ile devam eden sosyal liberalizm akımı klasik liberalizmin savunduğu negatif özgürlük anlayışını sahiplenmeye devam etse de bunu giderek bireyin potansiyellerinin geliştirilmesine vurgu yaparak devam ettirir hâle gelmişlerdir.

Bu doğrultu 1980’ler itibariyle Yeni Sağ merkezli neoliberal akımın yeniden ön plana çıkması, özgürlüğün yine klasik liberalizm biçiminde savunulmasıyla birlikte ters yüz olmuş ve negatif özgürlük anlayışı liberal düşünce alanında yeniden ön plana çıkmıştır. Bu iki anlayışı savunanların birbirlerini eleştirdikleri noktalar da önemlidir.

Pozitif özgürlük anlayışını savunanlar diğer tarafı soyut bir birey anlayışını temel aldıkları için eleştirirler. Buna göre negatif özgürlük anlayışı bireyi toplumdan ve toplumsal ilişkilerden kopuk, laboratuvar ortamında hayat sürecine başlayan varlıklar olarak görür. Bu nedenle de toplum içerisindeki yapısal eşitsizlikler yokmuşçasına, soyut bir özgürlük anlayışını savunurlar. Bunun karşılığında ise pozitif özgürlük anlayışı baskıcı, otoriter rejimlere zemin oluşturabilmekle itham edilmektedir.

Bu eleştiriye göre, pozitif özgürlük anlayışı ile yüklü siyasal yönelimler birey için neyin doğru neyin yanlış, neyin gerekli veya gereksiz olduğunu belirlemeye meyillidirler, zira toplumsal ihtiyaçlar noktasından hareketler bireylerin farklılıklarına değil, aynılıklarına odaklanmaktadırlar. Dolayısıyla tek tipleştirmeye, bireyin özerkliğini ortaklık ve aynılık adına bastırmaya açıktırlar.

Hatta bu çizginin özgürlük adına aşırıya kaçtığı ve bir tür “özgürlüğün diktatörlüğü”ne yöneldiği de iddia edilmektedir. Fransız Devrimi’nin önemli simalarından Saint Just’ın “insanları özgür olmaya zorlamalıyız” sözü bu yönelime verilen örnek olagelmiştir.

Tüm bu teorik ve felsefi tartışmaların ne önemi vardır?

Çok temel hatları ile belirlediğimiz özgürlüğe dair bu tartışmaların çoğu alanda siyasaları belirlediğini söylemek mümkün. Çokça yinelediğimiz gibi, günümüzün demokratik anayasa geleneği çerçevesinde işleyen rejimlerdeki hukuk rejimi büyük oranda liberal özgürlük anlayışı tarafından şekillendirilmiştir.

Bireyin can ve mal güvenliğinin esas alınası, dokunulmaz bazı haklarla donatılması gibi temel anayasal normlar, tam da yukarıda ele aldığımız bireye özerk bir alan tanıyan ve onu burada her türlü dış müdahaleden azade tanımlayan liberal özgürlük anlayışı üzerinde temellenmektedir.

Hukuk devleti ve düzeni anlayışı üzerine oturan bu gelenek, yukarıda belirtildiği gibi, 1980’lerden günümüze uzanan neoliberal dönem içerisinde baskın hâle gelmiştir. Bu anlayış doğrultusunda devletin ekonomik ve sosyal hayat üzerindeki müdahaleleri, bireylerin özgürlüğünü kısıtladıkları gerekçesiyle eleştirilmiş ve bireylerin özerk mübadele alanı olarak piyasanın işleyişi üzerindeki kamusal müdahale ve engellerin kaldırılması esas alınmıştır.

Öte yandan on dokuzuncu yüzyıldan itibaren gelişen sosyal devlet ilkesi de etkinliğini devam ettirmektedir. Daha önce belirtildiği üzere, sosyal devlet ilkesince belirlenen eğitim, sağlık, barınma, istihdam gibi alanlarda vatandaşlara tanınan haklar doğrudan doğruya pozitif özgürlük anlayışı üzerinden şekillenmektedir.

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 3. Sınıf “Çağdaş Felsefe Tarihi” Dersi Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı; “Felsefeye Giriş” Nigel Warburton

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...