Felsefe hakkında her şey…

İdeolojiler, İdeoloji Nedir?

13.11.2019
4.041

Kökleri Eski Yunancadaki eidos ve logos sözcüklerine uzanan fakat geçmişi Aydınlanma ve Fransız Devrimi’ne dayanan ideoloji, gerek sosyal bilimlerin gerekse felsefenin en ele avuca gelmez kavramlarından biridir denilse herhâlde bu bir abartı olmaz.

Günümüzde siyaset alanındaki pek çok tartışmanın odağında da yer alan bu kavramdan neyin anlaşılması gerektiği üzerinde belirgin bir uzlaşmanın sağlandığından söz etmek güçtür, zaten ideoloji kavramındaki değişkenliğin başlıca nedenlerinden biri de budur (Mc Lellan 2005, s.1).

Sosyal Bilimler El Sözlüğü’nde bu kavramın “Belirli bir grup ya da organizasyonun ilgilerini haklı bulan ve destekleyen ortak fikir ve inanışlar”; “Egemen grupların çıkarlarını haklı göstermeyi sağlayan, paylaşılan düşünce ya da inançlar” ifadeleriyle açıklandığını görebiliriz (Arda 2003, s. 268).

Düşünce, inanç, haklı gösterme gibi unsurlara başvurularak tanımlanan ideolojiler kendilerine felsefi bir temel bulmaya, kendilerini felsefeyle temellendirmeye çalışmaktadır, fakat ideolojilerin her zaman felsefi bir temele yaslandıklarını söylemek güçtür. İşte biz, bu başlık altında ideolojiyi siyaset felsefesinin bir kavramı ve sorunu olarak ele alacak, onun düşünce tarihindeki gelişim sürecini ana hatlarıyla tanıdıktan sonra başlıca ideolojileri inceleyecek ve son olarak ideolojiyi siyaset felsefesi açısından değerlendirmeye çalışacağız.

İdeolojiyi ilk kez kullanan Antoine Destutt de Tracy’ye göre (1754-1836), bu kavram felsefî-bilimsel bir disiplinin adıdır ve bu disiplin diğer bilimler için bir temel oluşturur (Özbek 2003, s.9). İdeolojinin amacı, düşüncelerin doğal kökenlerini araştırmak, düşünceye ilişkin yanılgıları ve yanlışlıkları ortaya çıkararak toplumsal reformların hizmetine sunmaktır (Çelik 2005, s. 28).

İdeoloji kavramının kullanımına ilk olarak Antoine D. De Tracy’nin İdeolojinin Unsurları adlı yapıtında rastlanır.

Sinan Özbek, İdeoloji Kuramları adlı yapıtında, Tracy’den önce bu kavramın hazırlayıcıları olarak Francis Bacon (1561-1626), Adrien Helvétius (1715-1771) ve Dietrich Holbach (1723-1789) gibi düşünürleri anar (Özbek 2003, s. 9). İdeoloji kavramının kullanılışına giden yolun, 16. yüzyılda Étienne de la Boétie’nin Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev adlı yapıtında dile getirdiği bir soruya yanıt arayışı ile birlikte açıldığı söylenebilir (Çelik 2005, s. 13).

Boétie’nin sorusu, yüzlerce, binlerce kişinin de ötesinde, yüz ülke, bin şehir ve içlerinde en iyi durumdaki insanların bile köle ve serf hâline getirilmiş bir milyon insanın tek bir kişiye saldırmamasının nasıl açıklanacağı üzerinedir (Boétie 1995, s. 23). Bu soruyu, Wilhelm Reich, aç olan çoğunluğun neden çalmaya çalışmadığı, sömürülen çoğunluğun neden ayaklanma girişiminde bile bulunmadığı sorusu biçiminde dile getirir (Reich 1974, s. 53).

Görüldüğü gibi, ideoloji kavramının ortaya çıkmasına dek uzanan süreç, aynı zamanda Avrupa toplumundaki yerleşik yapının, kurumların ve egemenlik anlayışlarının kapsamlı bir sorgulama ve eleştiri süzgecinden geçirilmesi sürecidir.

Tracy’ye göre ideoloji, tüm bilimlerin temelinde yer alması gereken felsefîbilimsel bir disiplindir ve bu bilimin amacı düşüncenin doğal kökenlerini araştırmaktır. Tracy’den önce ideoloji kavramının ortaya çıkmasına katkısı olan başlıca düşünürler, De la Boétie, Bacon, Helvétius ve Holbach olarak sayılabilir.

De la Boétie, köleleşen milyonlarca insanın tek bir kişiye saldırmamasının nasıl olanaklı olduğu sorusunu gündeme getirmiş ve amacı bu olmasa da, ideoloji kavramının hazırlayıcılarından biri olmuştur.

Rönesans ve Reform hareketlerinin sonrasında bilimsel ve felsefi bir aydınlanma yaşayan Avrupa toplumlarında, akıl ve bilim aracılığıyla doğanın gizemlerinin çözülebileceği, doğaya insan istenci doğrultusunda egemen olunabileceği görüşleri ağırlık kazanmaya başlar. Bu yöndeki inancın en açık dile getirilişlerinden biri, Bacon’ın Aristoteles’in Organon adlı yapıtına gönderme yaparak Aristoteles ve skolastik felsefe ile hesaplaşmaya giriştiği Novum Organum’unda karşımıza çıkar. Bacon, bu yapıtında “İdoller Öğretisi” olarak da adlandırılabilecek bir düşünce geliştirmiştir. Bacon’ın idoller öğretisinin dayandığı temel önkabuller şöyle sıralanabilir:

  1. İnsan, doğayı bilecek ve ona egemen olacak olanaklara ve güce sahiptir.
  2. Doğaya egemen olmak için onu tüm gizemleriyle ve olduğu gibi bilmek/tanımak gerekir.
  3. Doğayı olduğu gibi tanımak için, usu olabildiğince saflaştırmak, yani onu duyum ve algının çarpıtmalarından ve kendisinde yerleşip kökleşerek doğayı olduğu gibi tanımamıza engel olan önyargı kalıplarından -kısacası idollerden arındırmak gerekir.

Bu idolleri Bacon; soy, mağara, çarşı ve tiyatro idolleri olmak üzere dört başlık altında ele almış ve açıklamıştır. Buna göre soy idolleri, insanın doğasından kaynaklanan önyargılardır. Sözgelimi, doğadaki her nesneye insan özellikleri yüklemek ve algıladığımız her şeyi insan ölçülerine uydurarak anlamaya çalışmakla soy idollerinin etkisi altındayızdır.

Mağara idolleri Platon’un Mağara Benzetmesi’ne göndermede bulunarak insanın duyum ve algıdaki yetersizliklerini ve bu yetersizliklerden kaynaklanan bireylerdeki önyargıları ifade eder. Çarşı idolleriyle insanların toplumsal yaşam içerisinde birbirleriyle dilsel-kültürel alışverişlerinden doğan, dilde yerleşmiş kalıpların taşıdığı önyargılar dile getirilir. Son olarak tiyatro idolleriyle de, geleneklere ve düşünce alanında otorite kabul edilen kimselerin bazı söz ya da düşüncelerine duyulan sorgusuz ve nedensiz bağlılıktan kaynaklanan önyargılar dile getirilmiş olur.

Bacon’a göre usu saflaştırmak için soy, mağara, çarşı ve tiyatro idolleri gibi kalıplaşmış önyargılarımızdan kurtulmamız gereklidir. Usumuzu saflaştırmak, duyum ve algılarımızın çarpıtmalarından otoritelerin dayatmacı ve çoğu kez yanlış düşüncelerinden arınmamız ve böylelikle doğayı olduğu gibi kavramamız sonucunu doğuracaktır.

Aristoteles’in doğrudan Organon adlı bir yapıtı yoktur. Rodoslu Andronikos’un Aristoteles’in ilk felsefe üzerine yazdıklarına Metafizik adını vermesinde olduğu gibi, Organon, Aristoteles’in mantığını sistemleştirdiği, bilimsel, felsefî yöntemleri irdelediği eserlerinin toplamına verilen bir ad olmuştur. Organon’un Eski Yunancadaki anlamı ‘alet’, ‘araç’tır.

Bacon, idollere ilişkin görüşleriyle her ne kadar toplumsal değişim ve dönüşümler gerçekleştirme kaygısı taşımamış olsa da, onun idoller öğretisi, devrime doğru ilerleyen 18. yüzyıl Fransa’sında Aydınlanmacı düşünürlerin dogmalara ve kiliseye karşı mücadeleleri için kuramsal bir malzeme olarak kullanılmıştır (Özbek 2003, s. 20). Değişen toplumsal koşullarla birlikte, burjuva sınıfı, idoller öğretisini eski -daha doğrusu feodal ve oligarşik- düzenin bir eleştirisine dönüştürmüştür. İdoller öğretisi de, bu eleştiriler sürecinde, doğal ve genel geçer olarak tasarlanmış ilkelerin siyasal alanda karşılığının bulunduğu düşüncesinin ağırlık kazanması ve bu ilkelerin egemenler tarafından belirlenip yaygınlaştırıldığı yönlü kanının güçlenmesi gibi nedenlere bağlı olarak, yetersiz görülmüş ve eleştirilmiştir (a.y., s. 23-24).

Bacon’ın idoller öğretisini kullanan, ama sonrasında bunu hem idoller eleştirisine, hem de kapsamlı bir toplum eleştirisine dönüştüren Aydınlanma düşünürlerinden Adrien Helvétius’a ve Dietrich Holbach’a da değinmek yararlı olacaktır. Helvétius’a göre insanların düşünce biçimlerinin kaynağı çıkarlardır (a.y., s. 25). Fakat bu çıkarlar da insanın yaşadığı toplumdaki konumuyla doğrudan ilişkilidir, hatta “Fikirlerimiz, içinde yaşadığımız toplumların zorunlu sonuçlarıdır.” (aktaran: Özbek 2003, s. 25). Toplumsal varlığımız, Helvétius’a göre “güç sevgisi” tarafından yönlendirilir. Fakat bu güç sevgisi, kendisini iktidarın çıkarlarının koruyucusu ideler olarak birey yaşamından ve eylemlerinden ayırmıştır (a.y., s. 26). Yine Helvétius’a göre, toplumda gücü elinde bulunduran azınlık, yani “büyükler”, toplumun çoğunluğunu oluşturmalarına karşın güç sahibi olamayan “küçükler”i egemenlikleri altında tutar ve Helvétius bu olguyu “Büyüklerin önyargıları küçükler için yasadır” biçiminde dile getirir (a.y., s. 27).

Helvétius, insanların düşünce biçimlerinin kaynağı olarak çıkarları görmüş, çıkarların insanların toplum içindeki konumlarıyla doğrudan ilişkili olduğunu ileri sürmüştür.

Holbach’a göre, egemenlerin güçlerini ve iktidarlarını pekiştirmek üzere başvurduğu tedbirler, herkesi doğuştan salgın bir hastalığa, yanılgı hastalığına mahkûm etmiştir.

Holbach, Helvétius’la karşılaştırıldığında, egemenlerin yönlendirme araçlarına karşı daha köktenci bir tutuma sahiptir ve egemenlerin yönlendirme araçlarını parçalayıp ortadan kaldırmayı amaçlamıştır (a.y., s. 29). Helvétius’un az önce değindiğimiz eleştirisini daha sert ifadelerle yansıtan Holbach’a göre ise, egemen sınıfın iktidarını ve gücünün kalıcılığını pekiştirmek üzere başvurduğu tedbirlerin doğal bir sonucu olarak, tüm insanlar doğar doğmaz “yanılgı salgını”na yakalanmış birer “hasta”ya dönüşmektedirler.

İşte Tracy, bir yandan böyle bir düşünsel altyapıdan yararlanıp diğer yandan Locke (1632-1704) ve Condillac (1715-1780) ile hesaplaşarak kendi felsefesini oluştururken, düşünce sisteminin önemli bir unsuru olan “ideoloji” kavramını kullanır ve içeriklendirir (a.y., s. 35). Yukarıda da dile getirdiğimiz gibi, Tracy’ye göre ideoloji, “idelerin bilimi”dir ve bu bilim, insanın tinsel yeteneklerini, dinsel görüşleri dikkate almaksızın araştırmakla görevlidir; özellikle dinsel öğretileri dışlayıcı tutumuyla doğa bilimi gibi davranması gerekir. İdeler de, Tracy’ye göre bilginin oluşması ve yaygınlaşması için gereklidir; buna bağlı olarak, idelerin bilimi ideoloji, en temelde duran bilim olur (a.y., s. 37). İdelerin köklerinin ve kurucu unsurunun araştırılmasını amaçlayan ideoloji, insan bilincinin, bilincin nasıl yapılandığının ve bu bilincin içeriğinin bir çözümlemesi olması bakımından tüm bilimlerin temelinde duran felsefî bir bilimdir (a.y., s. 38).

Görüldüğü gibi, Tracy’nin ideolojiye yüklediği anlam, günümüzdeki kullanımından oldukça farklı. Bu durumda, ideolojinin olumsuz, hatta suçlayıcı bir kavram hâline nasıl dönüştüğünü, daha doğrusu dönüştürüldüğünü sormak gerekiyor. İdeolojiye “gerçekten uzaklaşma”, “gerçeklikten kopma”, “gerçekliği ıskalama”, nihayet “yanlış bilinç” anlamlarının yüklenmesine ve sonrasında kavramın bu anlamlara gelecek biçimde kullanılmasına yol açan, General Napoléon Bonaparte (1769-1821) ve onun yönetim anlayışı olmuştur.

9 Kasım 1799’da diktatörlüğünü kurmasının önünü açacak hükümet darbesini gerçekleştiren Bonaparte, ideolojiyi Tracy gibi anlayan Aydınlanma düşünürlerini, bir dönem bu düşünürlerle birlikte hareket etmiş olmasına karşın, kendi iktidarının ve siyasi planlarının önündeki engeller olarak görmüştür; diğer yandan kendisi, gerçekçi siyaset yaptığı kanısındadır (a.y., s. 52).

İdeolojinin günümüzde de etkisini sürdüren bu olumsuz kullanımına, özellikle siyaset sorunlarının tartışıldığı platformlarda rastlıyoruz. Herhangi bir siyasi görüşü ya da ideolojiyi benimsemiş bir tarafın, siyasi-toplumsal, hatta bazen hukuksal bir sorun tartışılırken, kendisinin sorunları bilimsel ve doğru, kendisiyle aynı görüşü paylaşmayan başka taraflarınsa “ideolojik” açıdan değerlendirdiğini öne sürdüğüne sıklıkla tanık oluyoruz. Böyle bir tutumda aşırıya kaçma, en çok birlikte yaşama kültürü, karşılıklı hoşgörü gibi toplumsal bağları güçlendiren değerlerin zarar görmesine neden olur. Ünitemizin bundan sonraki kısmında, başlıca ideolojileri ve savundukları toplum ve siyasi yönetim anlayışlarını yakından tanı maya çalışacağız.

İdeoloji Hakkında Diğer Başlıklar

Hazırlayan: Sosyolog Ömer Yıldırım

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...