Felsefe hakkında her şey…

Liberal Düşünce ve Fransız Devrimi İlişkisi

15.11.2019
2.236

Eğer Fransız Devrimi modern siyasal düşünceyi altüst etmiş olan temel bir olaysa, bunun nedeni hem daha önceki siyasal değişimlerde karanlıkta kalmış olan beklentilere açıklık kazandırmış olması, hem de yeni -ayrımsız bir biçimde “kentsoylu” ve “demokratik”- bir dünya yaratmış olmasıdır. Bu durum, liberalizmin kendisini yalnızca “feodal” ya da mutlakiyetçi kalıtın eleştirisiyle değil, daha köktenci olarak sunan akımlara göre tanımlama zorunluluğu getirir.

Büyük sorunların kimileri Devrimin başıyla birlikte, Devrim’e “liberal” bakış açısından getirilebilecek iki yorumu kendinde somutlaştıran Edmund Burke ve Thomas Paine arasındaki sürtüşmeyle ortaya çıkmıştır. Burke, 1789 insanlarını harekete geçiren istenççi ve usçu yanılsamaya duyarlıdır ve insan haklarının “soyutlama”sında liberal eğilimleri, güçlerini oluşturan ve İngiltere’de başarıya ulaşmalarına olanak tanıyan şeyden: Mutlu bir geçmişin, “buyruklarla” kazanılmış “İngiliz özgürlüklerinin” ve daha genel olarak “törelerin” (manners) ilerlemesinin ve Avrupa’da uygarlığın tarihi içine katılımdan koparma eğilimi ortaya koyar.

Devrime düşman olan Burke, “İngiliz özgürlükleri”ne ve yetkelerin dengesine bağlılığıyla, piyasa ve serbest ekonomiye güveniyle ve modern uygarlığın “değerlerine” bilinçli bir katılımla liberalliğini korur.

Fransız Devrimini, 1688 ve 1776 Devrimlerinin yasal kalıtçısı gibi görse bile, rakibi Paine (Ingiltere ile Amerika’daki sömürgeleri arasında sürtüşme yaşandığı dönem de bağlaşığı olan) ondan daha az liberal değildir; ama özellikle liberal gelenek içinde, siyasal bağın sözleşmeci yorumunu korumuştur; bu da ona göre “insan haklarının” özgür kurumların, piyasanın ve modern toplumun gerçek temeli oldukları anlamına gelir. Aslında tartışmalarının konusu, liberal toplumların yaşamları için gerekli olan siyasal düzenin niteliğidir. Fransız Devrimiyle 1688m “şanlı Devrimi” arasındaki bağların üzerine yaptıkları incelenmeler örnek bir nitelik taşır.

Her ikisi de 1789’un bir ilkeyi, daha önce Il. Jacques’in Ingiliz Parlamentosu’nca tahttan indirilmesinde örtük bir biçimde yer alan halk egemenliği ilkesini gün ışığına çıkardığı konusunda görüş birliği içindedirler; ama Paine için siyasal düzenin temelinin bu gönüllü, çağrışımsal ve belirsiz bir biçimde yeni den gözden geçirilebilir açıklaması daha sonra ki bir kurtuluş sözüyken Burke için özgür toplumun kırılgan dengesini yok etme sakıncası içeren bir tehdittir.

Sonuçta Fransız Devrimi, liberal geleneğin iki karşıt siyasal akımı besleyebileceğini göstermiştir. Bu akımlardan “tutucu” olan birincisi, tarihe güven duyar ve bireyselci ilkelerin toplumsal bağı kuramayacağını düşünür. “Köktenci” olan ikincisi, tersine bu ilkeler üzerinde toplumun sürekli bir reform içinde olmasının gerekliliğini temellendirir. Kaldı ki bu düşünsel sınır daha baştan, henüz o zamanlar “toplumsal sorun” olarak adlandırılmayan şey üzerindeki önemli sapmalara denk düşer; Burke piyasa düzeni içinde toplumsal düzene başkaldıran insanları disiplin altına alma olanağı sağlayacak gereci görmekteydi ve çağdaş projelere yoksullara yardım ettikleri için karşı çıktı; buna karşın piyasanın eşitlikçi görünümlerini vurgulayan Paine, “sosyal sigorta”nın ve gelir dağılımının temel biçimlerinin (miras vergisi aracılığıyla) kuramcılığını üstlendi.

Her ikisi için de piyasanın bireylerin toplumsallaşmasını düşünmeye olanak tanıyan bir örnek olmasından daha çarpıcı hiçbir şey olamaz (toplumsallaşma olmaksızın bireyler tek başlarına kalırlardı); her ikisine göre de, serbest ekonomi bize toplum yaşamı için gerekli olan bilginin ayıklanmasının nasıl yapıldığını anlamamıza olanak tanır; ama Burke’ün geleneğin rolü konusuna önem verdiği yerde Paine temsili sistem içinde kamuoyunun oluşumunu öne çıkarır.

Eğer 1789 Devrimi daha önceki devrimlerin anlamı üzerine geçmişe yönelik bir sorgulamaya yönlendirmişse, 1793 Terörü, ardından Konsüllük ve İmparatorluk yönetimlerinin askeri “despotluğu”, Fransız Devrimi üzerine daha ileride yapılacak olan bütün tartışmaların temelinde yatan daha dramatik bir sorunu: 1789’da dile getirilen kurtuluş ilkeleriyle Kurucu Meclis’i izleyen tiranlık dönemleri sorununu da günde-me getirmiştir. Fransız liberallere göre, bu felsefi ve tarihsel sorun, siyasetle daha dolaysız bir biçimde bağlantılı olan bir başka sorunla birleşmekteydi: Fransız liberalleri hem Devrim’in sonuçlarını (temsil sistemi, sivil eşitlik) savunmak ve hiç değilse 1792’den başlayarak devrimci süreci eleştirmek zorundaydılar. Bu sorunları işlemesindeki derinlik, Benjamin Constant’ı, Devrim’i izleyen dönemin en büyük liberal düşünürü durumuna getirdi. Constant’nın düşüncesi Terör ile Konsüllük dönemleri arasında, Thermidorcu Konvansiyon ile Direktuar döneminde biçimlenmiştir. O dönemde, onun için olduğu denli dostu Germaine de Staél için de sorun, Devrim’den kaynaklanan rejimin yasallık ve yaşayabilirliğini göstermek üzere, bu rejimi Terör döneminin aşırılıklarından arındırarak büyük bir ülkede cumhuriyetçi rejim olasılığı konusundaki klasik sorunu çözmeye dayanıyordu. Dolayısıyla tarihsel sorun (1789 anlayışı 1793 içinde yer etmiş miydi?), modern dünya içinde siyasal özgürlüğün doğası ve koşulları üzerine geliştirilen felsefi düşünceye yakından bağlıydı; Constant’nın yanıtı, yurttaşların hükümete karşı bağımsızlığı üzerine kurulu “Yenilerin özgürlüğü” ile bütün yurttaşların siyasal yetkeye eşit biçimde katılımına dayalı “Eskilerin özgürlüğü” arasındaki ünlü ayrımdan kaynaklanmaktaydı. Ama, daha 1799’da Mme de Sta önerilen bu ayrım, Constant ile yeni bir atılım kazanır; çünkü, liberal doktrinin bir bütün olarak yeniden oluşturumu içine katılır.

Terör’ü izleyen döneme ilişkin yazılar iki temel düşünceyi ortaya çıkarır: 1789 ile 1793 arasındaki benzeşmezlik düşüncesini ve özellikle Devrim’in sivil ve liberal başarılarının kalıcılığı düşüncesi. Bu ikinci düşünce, “Tarihin gücünü bir “siyasal’ tepki” yandaşlarının karşısına getirme olanağı sağlar. Böylece Constant, Burke’ün kanıtlarını kendisine karşı döndürür, bunu da “ilkeler”e dayalı bir siyasetin usçul idealim belli bir noktaya değin yeniden canlandırarak yapar:”Önyargılar”, güçlerini, geleneksel dünya ile bağlarından alırsa da, “İlkeler”, bunların toplumda var olan ilgi alanlarına bağlanarak biçimlenmelerine olanak tanıyan özelliklerin ortaya çıkarılması koşuluyla başarılı olabilirler. Ama, aynı zamanda Constant’nın bu biçimde düşünce yürütebilmesinin ancak liberal siyasetin iki yasallaştırma biçimini uyumlu kabul etmesiyle olanak kazandığı da yeterince açıktır. Bu iki yasallaştırma biçiminden tarihsel olan birincisi, liberalizmi Avrupa tarihinin başarılı bir ürünü gibi gösterir, usçu olan ötekisi, liberal olgular için de kendilerini düşünceye kabul ettiren genel olguları görürler; Devrimci deneyim üzerine düşünce, liberal düşünceyi “Akıl” ve “Tarih” arasındaki ilişki sorununa yanıt getirmeye zorlar.

Özellikle Principes de politique’te (“Siyasetin İlkeleri”) sunulduğu biçimiyle Benjamin Constant’nın doktrini, büyük bir bölümüyle Jean Jacques Rousseau’ya bir yanıttır.

Rousseau’nun yapıtı, birey , toplum ve Devlet arasındaki uzlaşma koşullarına ilişkin dizgeli bir incelemedir. Aslında, Contrat social’de (“Toplumsal Sözleşme”) özerklik ilkesi (“kişinin kendi koyduğu yasaya uyması özgürlüktür”), bireyin, “Egemen”in kendisi olması ve yasa koyucu olarak toplumun kendisiyle özdeşleşmesi koşuluyla toplum içinde nasıl özgür olabileceğini anlamaya olanak tanır: Yurttaşların tümü genel irade’ye katıldıkları için eşittir ve kimse başkası üzerinde egemenlik kurmadığı için herkes Özgürdür. Constant’ın yadsıması öncelikle, aslında, bu eşitlik durumunun koşullarının hiçbir zaman gerçekleşemeyeceği; çünkü yürütmeyle yasama arasındaki sınırların bulanık olduğu, “yetkenin pratik örgütleniminin” her zaman belli bir eşitliksizlik getirdiği ve daha genel olarak “herkes adına yapılan eylemin ister istemez kaçınılmaz bir biçimde, bir ya da birkaç kişinin yetkesinde bulunması nedeniyle bu yetkenin herkese açık olmasından ötürü hiç kimsenin yetkesinde kalmadığı da doğru değildir; tersine bu yetke, her kesin adına hareket eden kişilere verilir” (Constant,1980, 5. 272). Rousseau’nun ilkeleri, küçücük de olsa bir geçerlik taşır (bu, aynı zamanda Constant’nın devrimin “demokratik” esininden geriye koruduğu şeydir); “halk egemenliği” ya da “genel iradenin” üstünlüğü ilkesine ciddi nedenlerle karşı çıkılamaz; öyle ki, halk yetkenin kaynağı olmalıdır ama seçmen kitlesini oluşturan bileşim temelde değişkendir ve özellikle de bireylerin özgürlük ve bağımsızlığı, hükümdarın yetkesine aşılması olanaksız bir sınır getirir (Constant, 1980, s. 271).

Görünürdeki yalınlığı içinde, bu uslamlama Devrim sonrası liberal sorunun temel öğelerini çekirdek durumunda içinde barındırır: Modern demokratik ilkeyle devingen bir tartışmanın yolunu açar (seçmenler kitlesinin sınırları genişletilebilir ve mülkiyet, özgürlüklerin ilki değildir), ama antik “erdem”in yeniden dirilmesini Öngören bütün tasarıları modası geçmiş ve despotikleşmeye eğilimli olarak kesin bir biçimde kınar

Constant’ın bir başka başarısı da, liberal doktrinin temelinde yer alan, bireysel özgürlükten daha derin olan ve aynı zamanda modern özgürlüğün çelişkili bir koşulu niteliğini taşıyan şu ilkeyi gün ışığına çıkarmış olmasıdır: Eğer bireyler yasa oluşturucuların bir parçası olmaksızın Özgür olabiliyorlarsa, bunun nedeni toplumun kendi içinde kendiliğinden ortaya çıkan bir uyum yeteneği taşımasıdır. Bu yetenek, bireysel iradelere aşkın bir yetkenin sürekli müdahalesinden değil, bu iradelerin karşılıklı etkileşiminden doğar. “Modern’lerin özgürlüğü” nün ayrıksınlığına açıklık getiren de, bu “toplumsalın uyumuna ilişkin özerk ilkedir”; Modern birey, daha önceki rejimlerde üzerine çöken baskıdan kurtulmuştur, ama, aynı zamanda, eyleminin yarattığı toplumsal dünya kendisine geri dönülmez biçimde yabancı kalır: Kalabalık içinde yitip giden birey, yaptığı etkinin farkına hiçbir zaman yaramaz; işbirliğini gözlerinin önüne serecek hiçbir şey yoktur”

Öte yandan, Devrim deneyiminin gösterdiği gibi eski ve despotik eğilimlerin yeniden canlanması her an için olanaklıdır ve bu da modern dünya içinde “eski”den kalma en küçük bir yurttaşlık düşüncesinin korunmasını içerir: Siyasal özgürlük, bireysel bağımsızlığın sürdürülebilmesinin koşuludur. Constant’da karşılaşılan ve yankılarının daha sonraki bütün büyük liberallerde kendini duyuracağı ince bir eytişimin kimi gerilimlerle birlikte ortaya çıkmasının nedeni de budur; hem bağımsızlığı hem de yurttaşlığı savunan Constant’nın siyaset öğretisi felsefi bir çelişki üzerine kuruludur: Özgürlük, kendini her türlü yetkeye benimsettiren “doğal” ya da “aşkın” bir ilkedir, ama aynı zamanda, “ticaret” düzenini eski yetke düzeninin yerine getiren Tarihin de bir meyvesidir. “Toplumsal sözleşmenin kuramlarının bireyciliğini köktenleştirerek, Benjamin Constant aynı zamanda Montesquieu’nün ve onun İskoç sürdürücülerinin incelemelerinin “tarihselci” bir yeniden yorumunun da yolunu açar. Bununla birlikte, her iki durumda da, düşüncesine Rousseau’nun düşüncesi karşılık verir. Constant, Rousseau’ya hem canlı hem de hoşnutsuzluk içeren bir yanıt verir. Rousseau , modern uygarlık içinde, bencilliğin evrensel olduğu düşüncesi üzerine kurulu ve sonuç olarak da her türlü resmi bir var oluş biçiminin yok olmasını getiren genel bir yozlaşma düzeninin varlığını ele veriyordu; bu çerçeve içinde, antik yurttaşlığın övgüsü, modernliğin eleştirilmesi için güçlü bir araç durumuna geliyordu, ama bu, bir izlence oluşturması için yeterli değildi: Toplumsal Sözleşme , geniş çelişkiler içeren bir yapıttır ve “yalnız gezgin” kişiliği sonuçta “yurttaş” kişiliğinin yerini alır. Jakobenci ya da genci eleştirmenlerin “içtenlikten yoksun olmasını” kınayarak Constant gerçeklikten uzak olma suçlamasını Rousseau’nun kendisine çevirir.

Bu arada modern toplumun kendisinin de yurttaşların kamu işlerine en küçük de olsa bir ilgi duymaksızın yaşayamayacağını gösterir: Modern özgürlüğün savunulması gerekir çünkü, “içten” bir var oluşun koşuludur ama aynı zamanda yurttaşlığın olası tek temelidir. Bununla birlikte, aynı zamanda Constant toplumsallığa ilişkin bilinçli bir özdüzenleme yokluğunun, ancak “davranışların evrenselleşmesiyle, bir başka deyişle Rousseau’nun Özsaygı olarak adlandırdığı şeyle dengelenebileceğini kabul eder.

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...