Felsefe hakkında her şey…

İbn-i Rüşd Felsefe İle Bilimim Uzlaştırılması

05.11.2019
2.646
İbn-i Rüşd Felsefe İle Bilimim Uzlaştırılması

İbn Rüşd özel bir önem verdiği din ile felsefenin ilişkileri sorununu önceki konularda izah edilmiş olan bağlamda ele alıp temellendirir. İbn Rüşd de bu sorunu irdelerken Fârâbî ve İbn Sînâ gibi din ile felsefeyi “amaç”, “konu”, “yöntem/söylem” ve “kaynak”ları açısından karşılaştırır ama onlardan farklı olarak vahiy olgusunun nasıl gerçekleştiği hususuna rasyonel bir izah getirme gereği duymaz.

Ona göre dinin, insanlara “doğru bilgi”yi (el-ilmü’l-hakk) ve “iyi davranış”ı (el-amelü’l-hakk) öğretmek şeklindeki iki amaç ve işlevine karşılık, felsefenin “bütün varolanları (mevcudat), Allah’ın varlığı ile hikmet ve kudretine delil teşkil etmesi bakımından incelemek ve yorumlamak”tan ibaret olan bir tek işlevi vardır. Epistemoloji açısından “amaç birliği” içinde olan din ile felsefe bu ortak amaca yönelik olarak kullandıkları yöntem ve söylem konusunda farklılaşırlar. Din, gerek hedef aldığı insan kitlesi, gerekse kullandığı yöntem ve söylemler itibariyle, yalnızca burhan (akıl yürütme- ispat) metodunu kullanan, bu yüzden de az sayıda insana hitap edebilen felsefeye oranla çok daha geniş kapsamlıdır. Bundan dolayı İbn Rüşd, “felsefe açısından dinin değil, din açısından felsefenin konumunun belirlenmesi gerektiği” sonucuna ulaşmış ve Faslu’l-makal. adlı eserinde bunu yapmaya çalışmıştır. Kısaca dile getirmek gerekirse filozofumuza göre din, kendisiyle amaç, konu ve yöntem birliği içinde bulunan felsefeyi gerekli (vacip) görüp teşvik eder.

Fârâbî ve İbn Sînâ gibi din ile felsefenin aynı kaynaktan beslendiğini kabul eden İbn Rüşd bu anlayışını “süt kardeş” benzetmesiyle dile getirir ve bambaşka bir yaklaşımla temellendirmeye çalışır. İbn Rüşd’ün, birçok konuda olduğu gibi, din ile felsefeyi uzlaştırmada da temel aldığı şey yukarıda ele alınan “sebeplilik ilkesi” dir. Hatırlanacağı üzere eğer insan zihninde zorunsuz (mümkin) varolanlara ilişkin bir bilgi bulunuyorsa bu, o varolanlarda bilginin kendisiyle ilişkili olduğu bir “öz yapı”nın (emr) bulunması demektir. Beşerî bilginin konusu ve dayanağı durumundaki bu “özyapı”ların sebebi, ilâhi bilgi ve hikmetten başkası değildir. Bir başka söyleyişle Allah’ın bilgisi bu özel yapıların, bunlar da beşerî bilginin sebebi olmaktadır. Bu yaklaşıma göre insan aklı bu özyapıları kavramakla aslında ilahî hikmeti kavramış, bilgiyle aydınlanmış olur ve gerçek anlamda akıl haline gelir. (İbn Rüşd, 1980a, 812) (İbn Rüşd, 1992, 115) Buna rağmen birtakım geçici sebeplerle kimi insanlara felsefî araştırma ve burhanın, yani aklın verileri ile dini nasslar ilk bakışta uyum içinde değilmiş gibi gözükebilir. Bu durumda yapılması gereken şey ise din ile felsefenin uzlaştırılmasıdır ki filozofumuza göre bunun yolu da dinî metinlerin yorumlanmasından (te’vîl) geçer. Böylesine önemli bir işleve sahip olan te’vilin belli bir birikim ve beceri gerektirdiği, herhangi bir kimsenin rastgele yapabileceği bir iş olmadığı açıktır. Aslında bu durumun dinî tefekkür hayatının kendi iç dinamiğini oluşturduğu de ortadadır. Ne var ki düşünürümüzün isabetle belirttiği üzere her nassın açık anlamıyla kabul edilmesi kadar, yine her nassın yoruma tabi tutulması da doğru değildir. Çünkü böyle bir yaklaşım, dinin herkes tarafından anlaşılamayan gizemli ve karmaşık bilgiler bütünü olarak algılanmasına yol açma sakıncasını barındırmaktadır.

İbn Rüşd, din ile felsefenin insanları birbiriyle çelişen sonuçlara götürmelerinin mümkün olmadığı kanaatindedir. Çünkü insan aklının ürünü olan felsefenin temelinde yatan ve ontik düzende geçerli olan sebeplilik ilkesinin de, vahiy ürünü olan dinin de kaynağı, Allah’ın ezelî ilim ve hikmetidir. Dolayısıyla aynı kaynaktan beslenen din ile felsefe içiçedir, “felsefe dinin arkadaşı ve süt kardeşidir”, “hakikat hakikata ters düşmez, aksine onu destekler”.

 

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...