Felsefe hakkında her şey…

Platon’un İdealar Kuramı, İdealar Dünyası Nedir?

11.11.2019
27.473
Platon’un İdealar Kuramı, İdealar Dünyası Nedir?

Platon’un idealar kuramı, Platon’un neredeyse bütün felsefesini üzerine kurduğu bir felsefi sistemdir. İdealar kuramı; idealar dünyası ve duyular dünyası ya da görüntüler dünyası olmak üzere iki farklı varlık alanına işaret etmektedir. Bu makalede, Platon’un idealar kuramı çerçevesinde idealar dünyası – duyular dünyası ayrımını yaparak idealar kuramını derinlemesine ele alacağız.

İDEALAR KURAMI

Platon’un ilk dönem eserleri, büyük ölçüde Sokrates’in etkisi altında kaleme alındıkları için bu eserlere Sokratik diyaloglar denir. Bu eserlerin başlıca amacı, erdemi ve alt türlerini kesin tanımlara kavuşturmaktır.

Bu eserlerde Sokrates, aranan tanımın, erdemin değişken görünümlerini değil, değişmez özlüğünü konu edinmesi gerektiğini vurgulamakta; ama bu özlüğün ne olduğunu açıkça ortaya koymamaktadır.

Platon’un, kendi görüşlerini yansıtmaya başladığı olgunluk dönemi eserlerine bir geçiş olarak kabul edilen Gorgias isimli diyaloguyla birlikte Sokratik diyaloglarda karşımıza çıkan tipik soruşturmaların seyrinde gözle görülür bir değişiklik meydana gelmiştir.

Bu diyalogda erdemin ne olduğuna ilişkin ilk kez belirgin ifadelere rastlanmakta ve Sokrates ilk kez bir erdem tanımı vermektedir. Bu yüzden Gorgias, Platon’un Sokrates’in etkisinden sıyrılarak kendi görüşlerini geliştirmeye başladığı bir eser olarak kabul edilir.

Bu belirgin değişikliğin sebebi, Platon’un Güney İtalya’ya yaptığı bir seyahate bağlanır. Pythagorasçılık akımının etkisindeki bu coğrafyada Platon, Pythagorasçı öğretilerle tanışmış ve bu tanışıklığın düşüncelerinin gelişimine önemli etkileri olmuştur.

Platon’un düşüncelerinin bundan sonraki gelişimine iki öğreti damgasını vurmuştur: “İdealar öğretisi” ve “ruhun ölümsüzlüğü öğretisi”. Birbirlerini adeta bir paranın iki yüzü gibi bütünleyen bu iki öğreti, Platoncu felsefenin de temelini oluştururlar. O kadar ki Platon’un varlık, bilgi, ahlak ve toplum anlayışının son kertede bu iki öğretiden türediğini söylemek abartı olmaz.

Ruhun ölümsüzlüğü öğretisinin büyük ölçüde Pythagorasçıların etkisi altında geliştirildiği açıktır. İdealar öğretisi ise Platon’un kendisinden önceki doğa filozofları arasında yaptığı hayranlık uyandırıcı düşünsel sentezin bir ürünüdür.

Platon

Platon

Platoncu felsefenin tüm unsurları son kertede iki önemli öğretiye dayandırılabilir; “idealar öğretisi” ve “ruhun ölümsüzlüğü öğretisi.”

İdealar kuramı, ilk bakışta, Sokratik diyaloglarda sonuçsuz bırakılan erdem tartışmasına bir yanıt olarak geliştirilmiş gibi görünmektedir.

Öğretinin bütünlüklü biçimde ilk kez ortaya konduğu eser olan Phaidon’da sözü edilen ideaların adalet, güzellik, iyilik gibi ahlaki kavramlara ilişkin olması (Phaidon, 69ac) bunun bir göstergesidir.

Nitekim Platon’un, “idea” ve “eidos” sözcüklerini ilk kez kullandığı eser olan Euthyphron’da (Guthrie, 1995: 114), dindarlığın tanımının dindarca olanın tüm farklı görünümlerinde ortak olan değişmez özü konu edinmesi gerektiği söylenirken bu özlük “idea” ve “eidos” sözcükleriyle anılır (Euthyphron, 6de).

Anlaşılan o ki idealar Sokrates’in açık bir yanıt vermediği “Erdemin tanımı, ya da özü nedir?” sorusuna bir yanıt oluşturur ve onun tartışmalarda işaret ettiği tanım özlüğüne karşılık gelirler. Örneğin; tüm cesurca şeylerde ortak olarak bulunan ve onların hepsini “cesurca” kılan bir cesaret özlüğü vardır ve bu da cesaret ideasından başka bir şey değildir.

Platon öncelikle iyilik, güzellik, adalet gibi ahlaki kavramlara ilişkin idealardan söz etse de (Parmenides, 130b; Phaedrus, 250d) sayıların (Phaidon, 101bc), doğal ve sıradan nesnelerin (Timaios, 51b; Sofist, 266b; Parmenides, 130c), hatta insan yapımı şeylerin de ideaları olduğunu söyler (Devlet, 596a 597d; Sofist 265b; Kratylos, 389a). Giderek, evrendeki tüm görünür/duyulur şeylerin bir ideası olduğu sonucuna ulaşır.

Grekçede “biçim”, “form” anlamına gelen ve Platon’un bazen “idea” yerine kullandığı “eidos” sözcüğü, Homeros’ta “görünüm”, “şekil” anlamında (Peters, 1967: 4647), sonraları ise “tür” anlamında kullanılmış, Thukydides savaş türlerinden, Hipokratçılar hastalık türlerinden söz ederken bu sözcüğe başvurmuşlardır (Hardie, 1936: 11). Sözcük geometride ise daha çok soyut “şekil” anlamında kullanılmıştır.

Bu esas üzere Platon’un varlık anlayışı, bütün duyulur/görünür şeylerin, düşüncelerimizin ve kavramlarımızın, duyulur dünyanın ötesinde ve ondan bağımsız bir varlığa sahip bir gerçeklikle idealarla ilişkili olduğu kabulüne dayanır.

Örneğin, doğadaki tek tek tikel ağaçlara varlığını veren tek bir ağaç ideası vardır ve bu idea ağaç tikellerinden bağımsız bir varlığa sahiptir. Bu durum, tüm duyulur şeyler için geçerlidir. Ama idealar, duyu organlarımızla kavrayabileceğimiz bir yapıda değildirler, sadece düşünce ile bilinebilir ve kavranabilirler.

Platoncu felsefe, duyu organlarımıza hitap eden şeylerin oluşturduğu görünür/duyulur alan ile (aisthetos topos) düşünülür alanı (noetos topos) yani ideaları birbirlerinden kesin biçimde ayırır. Böylece Platon, idealar öğretisinin iki temel kabulünü ortaya koymuş olur: “İdealar vardır” ve “İdealar görünür şeylerden ayrıdır”.

Platon ideaların görünür olandan ayrı olduklarını söylese de onlara belli bir yer atfetmemiştir. İdealar zamansal ve mekânsal değildirler ama Platon, bazı eserlerinde ideaların düşünülür bir alanda (Devlet, 508c) ya da göğün ötesinde bir yerde (Phaedrus, 247c) olduklarını söyler. Bu ifadeler mekânsal bir konuma işaret etmekten ziyade ideaların duyulur olanı aştıklarını, sadece düşünceyle kavranabileceklerini metaforik bir dille bildirmeyi amaçlarlar. Yine de düşünceye kolaylık sağlıyor olması nedeniyle kimi Platon yorumcuları bir idealar âleminden söz etmeyi yeğlerler.

İdeler, mükemmel olan varlıklardır. Söz gelişi daire idesi, yani dairenin genel kavramı, kendiliğinden mükemmeldir. Bu ide; çizilen, somut dairelerden sürekli daha mükemmeldir; çünkü somut daireler, daire idesine ancak aşağı yukarı yaklaşabilirler.

Aynı şekilde, güzel olan tek şeyler, güzellik idesi karşısında sürekli eksik ve çirkindir ve ancak güzelliğin kendisine az ya da çok yakın olabilirler. Sonuç olarak ideler, aynı zamanda objelerin de ideleridir. Bunun içindir ki bir objeyi bilmek, o objenin idesini bilmek, dolayısıyla da idealini bilmek demektir.

Platon’a göre ideler arasında çok belirli ölçüler bulunduğundan, düzenli bir evreni, yani ideler kozmosunu oluştururlar. Bu ideler sistemi bir piramide benzetilebilir. Bu piramidin tepe noktasında en genel olan “Varlık İdesi” bulunur. Platon ideler sisteminin bu en yüksek idesini “İyi” idesiyle aynılaştırır. Çünkü ona göre, kelimenin tam anlamıyla var olan bir şey, aynı zamanda mükemmel olan şeydir. Mükemmel olan bir şey ise, aynı zamanda iyi olan bir şeydir.

İdeler evreni düzenli, sistemli bir evrendir, bir kozmostur. Düzeni olan bir şey kaos halinde olana oranla daima daha iyidir. O zaman düzenin olduğu her yerde, aynı zamanda iyilik de bulunur. Bu nedenle düzenli olan ile iyi olanın sınırları bir ve aynıdır. İdeler evreni de mükemmel bir düzene sahip olduğu için, aynı zamanda iyinin de güzelin de evrenidir.

Platon’a göre, ideler evreni cansız, kaskatı ve duran bir evren değildir. Bu evreni Elealılar’ın “Bir”i gibi hareketsiz ve sabit olarak değil, aksine “canlı ve yaratıcı” bir modelleridir ve bu nedenle tek tek objeleri evren olarak algılar. İdeler tüm varlıkların sonu olmayan modelleridir ve bu nedenle tek tek objeleri sürekli etkilerler.

Son dönem eserlerinden olan Timalos diyalogunda Platon, maddenin bir hiç olduğunu söyler. Aslında madde her tür özellikten yoksundur. Ona var olandan çok, var olmayan demek daha doğru olur, Platon’un “madde” dediği “boş mekan (uzay)”dır. Nasıl güneş ışıklarını uzaya gönderiyorsa, bunun gibi, ideler evreni de etkilerini boş uzaya gönderir ve eşya bu etkilere göre şekillenir.

Platon bu diyalogunda “Demiurg” adını verdiği evrenin bir yaratıcısından söz eder. Bu Tanrı (mimar), bir heykeltıraşın çamurdan şekiller yaratması gibi, eşyaları idelerin modeline göre yaratmıştır. Onun bu Demiurg ile neyi vurgulamak istediği, bunun gerçekten evrenin yaratıcısı bir Tanrı mı, yoksa yalnızca bir sembol ve mitos mu olduğunu tam olarak anlamak güçtür.

Platon’da bu gibi durumlara sıkça rastlarız. Onun sanatkâr ve bilgin yanları çok kez biri ötekine karışmıştır. Böyle durumlarda şairliğinin nerede sona erdiğini, bilginliğinin nerede başladığını ayırt etmek genelde olanaksızdır.

Platon’un iki evren ayırımı yaptığında kuşku yoktur. Bir yanda başlangıçsız, sonu olmayan, mükemmel olan bir ideler evreni; öte yanda ölümlü olan, mükemmel olmayan eşyaların oluşturduğu bir evren vardır. Eşya evreninin ideler evreni ile olan ilişkisi, aynen bir şeyin gölgesi ile olan ilişkisi gibidir.

Platon bu görüşünü, Politela’daki. ünlü “mağara benzetmesi” ile anlatır.

Platon'un mağara alegorisi, idealar kuramını örneklemektedir.

Platon’un mağara alegorisi, idealar kuramını örneklemektedir.

İDEALAR KURAMI ve BİLGİ KURAMI

Biz insanlar gerçek şeyler evreninde değil, gölgeler evreninde yaşarız. Ancak yine de biz gerçek bir evrenin de var olduğunu biliriz, hissederiz ve bu gerçek evren ile ilgili az çok bir bilgi sahibiyiz. Böylece Platon’un insan ile ilgili, bir başka deyişle, insan ruhu ile ilgili görüşlerine ulaşmış bulunuyoruz. İnsan ya da insan ruhu, başlangıçsız ve sonu olmayan ideler evreni ile ölümlü olan eşya evreni arasında bulunur. Ancak insan, idelerin var olduğunu acaba nereden biliyor?

Platon bu sorunun yanıtını çeşitli örnekler üzerinde araştırır. Söz gelişi karşımda duran bir objeyi güzel buluyorum. Acaba daha önceden güzelliğin ne olduğunu bilmeseydim, şimdi onu, yani güzeli, tanıyabilir miydim? Şayet bende bir güzellik ideali bulunmasaydı ve karşımda duran bu objeyi bu ideale göre ölçmeseydim, onun güzel olduğunu kavrayabilir miydim?

Tek tek eşyanın güzel olduğunu kavrayabilmem için mutlaka güzelin ne olduğunu daha önceden bilmem gerekir. Karşımdaki obje bende güzellik düşüncesi uyandırabilir. Fakat bunun için, benim daha önceden, uyku durumunda bile olsa, güzellik idesini tanımam gerekir.

İki objenin bir birine eşit olduğunu, birbirine benzediğini ya da birbirinden farklı olduğunu söyleyebilirim. Acaba bu “eşitliği, benzerliği ve farklılığı” objeleri gördüğüm gibi görebilir miyim? Kuşkusuz göremem, bunları yalnızca bilirim. Ancak bu iki objenin eşit, benzer ya da farklı olduklarını kavrayabilmek daha önceden eşitlik, benzerlik ya da farklılık konusunda bir fikre sahip olmam gerekir.

Bu tür bilgiler dışımızdaki objeler tarafından uyarılabilirler, fakat bunların zihnimizde canlandırılabilmesi için, bizde önceden var olmaları gerekir. Sonra objeleri (2) ya da (10) diye sayarım. Sayabilmek için de önceden 2’nin ve 10’un ne olduğunu bilmem gerekir. Şayet bende önceden sayılar ile ilgili bir imaj bulunmasaydı, saymama imkan olmazdı.

Sonuç olarak her türden bilme, bende bilinç dışında bile olsa, birtakım bilgilerin var olmasını şart koşuyor. Güzelin ve çirkinin, iyinin ve kötünün ne olduklarını bilmeseydim, bir değer yargısında bulunamazdım. Benzerliği, farklılığı bilmeseydim, karşılaştırma yapamazdım. (2)’nin ve (10)’un ne olduğunu bilmeseydim sayamazdım.

Böylece her türden bilgi için belli kavramların içeriği konusunda önceden bilinçdışı da olsa bir bilgiye sahip olmamız gerekir. Çünkü bilgide algıladığımıza başka bir şey ekleniyor. Bu eklenen şey, bizim kendimizde taşıdığımız şeydir.

Platon, doğuştan getirdiğimiz bilgiyi, doğuştan bilgiyi bilgi problemine temel yapan ilk düşünürdür. Platon’a göre doğuştan bilgi vardır. Şayet bu tür bilgilerimiz olmasaydı, bilgi de olmazdı. Platoncuların bugüne bu doğuştan bilgi konusu, felsefe tarihinde sürekli tartışılmıştır. Bu konuda farklı iki eğilim daha vardır: Bilgiyi yalnızca algılardan ibaret sayanlar, algılanana ya da deneye bir de doğuştan olan şeyleri ekleyenler.

İDEALAR KURAMINA DÖNÜK YAPILAN ELEŞTİRİLER

İde varsayımı Platon’un sağlığında tartışmaya neden olmuştur. Bu varsayıma o zaman en çok karşı çıkanlardan biri de Kynikler Okulunun kurucusu Antisthenes’tir.

Antisthenes

Antisthenes

Ona göre, ancak bireysel olan, gerçek bir varlığa sahip olabilir. Söz gelişi tek daire gerçekte vardır, fakat daire idesi yoktur. Genel kavramlar, birbirine benzeyen objelere bir ad koyma sonucu oluşur. Söz gelişi çeşitli atlar, bir şekilde birbirine benzediği için biz bunlara “at” adını veririz ve sonra da bu adın varlığı olan genel bir kavram olduğu düşüncesine kapılırız.

Platon’un genel kavramların varlığını kabul etmesine karşın Antisthenes, bunların isimden başka bir şey olmadığını savunmakla, tam bir nominalist olur. Nominalizm “genel”i, dilin bir yaratması olarak kabul eder. Oysa Platon’a göre genel kavramlar reel birer varlık olarak vardır ve bunlar ayrı bir evreni, “ideler evreni“ni oluşturur.

İlgili konular:

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...