Felsefe hakkında her şey…

Varolmak Algılanmış Olmaktır, Varolmak Algılanmaktır (esse est per cipi) Ne Demektir?

05.11.2019
14.489
Varolmak Algılanmış Olmaktır, Varolmak Algılanmaktır (esse est per cipi) Ne Demektir?

Pek çok filozof sonsuza dek onlara has ve özel olarak ifadelerle hatırlanacaktır. Rene Descartes için “düşünüyorum, öyleyse varım” (ya da cogito ergo sum) metafizik ve epistemoloji için bir başlangıç noktasıdır. John Locke, her birimizin duyumsamadan önce birer “boş levha” (ya da tabula rasa) olduğumuzu söyler. Berkeley içinse bu ifade, “var olmak algılanmaktır” (ya da esse es percipi) olmuştur.

Berkeley’in felsefesine idealizm adı verilmektedir, çünkü Berkeley, aslına bakarsanız, sadece “idelerin var olduğunu” savunmuştur. Onun felsefesi ve dış dünyanın bir şekilde zihin tarafından üretildiği görüşünü benimseyen diğer felsefeler de idealizm olarak bilinmektedir.

Berkeley felsefesine göre var olan sadece iki tür şey bulunmaktadır: ruhlar ve ideler. Ruhlar algılayandır, ideler ise algılanandır. İdeler, yani fikirler pasiftir, ama ruhlar aktiftir ve idelere sebep olmaya kabildir.

İnsanlar sonlu ruhlardır, oysa Tanrı sonsuz bir ruh olup insanların çoğu idesinin de sebebidir. Örnekse, bir gülü algıladığınızda, güle dair fikriniz ya da ideniz var olur. Ama gül sizin ona dair idenizden ayrı var olmaz.

Berkeley’in ürkütücü ve kışkırtıcı formülü —”Var olmak algılanmaktır“— demektir ki şeyler yalnızca algılanıyorlarsa ya da algılanabilirlerse vardırlar. Bu da şu anlama gelir: Bir şey algılanmıyorsa var olamaz. Var olmak sözcüğünün bir anlam ifade edebilmesinin tek yolu, o şeyin algılanmasından geçer.

"Var olmak algılanmaktır" Berkeley'in en ünlü sözüdür.

“Var olmak algılanmaktır” Berkeley’in en ünlü sözüdür.

Berkeley şöyle yazmıştır:

“Göklerin ve yeryüzündeki cisimlerin meydana getirdiği bu koronun, kısacası dünyanın muazzam yapısının, onların varlığını algılayacak ya da bilecek bir zihin olmadan hiçbir mevcudiyeti yoktur. Dolayısıyla, bunlar benim tarafımdan algılanmadığı sürece ya da benim veya yaratılmış başka bir ruhun zihninde var olmadığı sürece, ya hiç var olamazlar ya da bir ezeli – ebedi ruhun zihninde mevcudiyet gösteriyorlardır.”

Böyleyken, maddesel şeylerin algılanıp algılanmadıklarına bakılmaksızın bir tür mutlak mevcudiyetleri olduğunu savunanlara Berkeley’in cevabı “bu söylenenin muğlak ve anlaşılmaz” olduğudur. Berkeley şöyle açıklar:

“Madde gibi, düşünmeyen şeylerin (kendilerini düşünen bir zihin olmadan) mutlak varlıklarından bahsetmek boş laftır.” Burada duyusal şeylerin sadece algılanabildikleri dereceye kadar var oldukları anlatılmaktadır. “Varlığını reddettiğimiz tek şey filozofların madde ya da maddesel töz adını verdikleri şeydir.”

Sonuç şudur ki Locke gibi filozoflar bazı şeylere töz adını taktığı zaman ya da diğerleri madde gibi terimler kullandığında, kullandıkları kelimeler hiçbir şeye işaret etmemektedir. Töz ve madde derken kastettiğiniz dünyanın dışında bağımsız olarak var olan bir şeyse, o zaman var olmayan bir şeyden söz ediyorsunuz demektir.

Berkeley aynı zamanda soyut nesneler adı verilen —ya da Orta Çağ'dakilerin "tümeller", Platon'un da "idealar" dediği— şeyleri de reddeder.

Berkeley aynı zamanda soyut nesneler adı verilen —ya da Orta Çağ’dakilerin “tümeller”, Platon’un da “idealar” dediği— şeyleri de reddeder.

Ayrıca, Locke’un birincil ve ikincil nitelikler (katılık, hareket ve biçim gibi yapısal niteliklerle renk, koku, ses gibi nitelikler) arasında yaptığı ve birinci gruptakilerin nesnel, ikinci gruptakilerin öznel olduğunu ileri süren ayrım, savunulamaz; birincil nitelikler ikincil niteliklere bağlıdır; hepsi de eşit şekilde özneldir.

Berkeley aynı zamanda soyut nesneler adı verilen —ya da Orta Çağ’dakilerin “tümeller“, Platon’un da “idealar” dediği— şeyleri de reddeder. Örneğin, eğer birisi kırmızılığın her türlü kırmızı nesneden ya da iyiliğin her türlü iyi amelden veya kişiden ayrı olduğunu söylerse o zaman kırmızılığın ya da iyiliğin bağımsız elemanlar olarak var olduğunu söylüyor demektir.

Berkeley için bu imkansızdır; çünkü algılanamayan hiçbir şey var olamaz. Kırmızı bir şey olmadan kırmızı idesi ve iyi bir şey olmadan iyilik idesi olması saçmadır. Tıpkı duyumsanması olmasa maddenin de var olamayacağı gibi.

Peki, Berkeley, odanızdan çıkıp, mobilyalarınızı ya da bilgisayarınızı algılamayı bıraktığınız anda bu nesnelerin de var olmayı bıraktığını mı söylemektedir?

Hayır. Çünkü bir başka zihin hâlâ bu nesneleri algılamaktadır, siz binayı terk ettiğinizde dahi. Çünkü siz bu nesneleri algılamıyor olsanız bile, Tanrı onları algılamaktadır. Berkeley şöyle açıklar:

“Duyusal şeylerin zihnim dışındaki varlıklarını inkar ederken, hususi olarak kendi zihnimden bahsetmiyorum, bütün zihinlerden bahsediyorum. Elbette ki şeylerin benim zihnimin dışında da varlık gösterdikleri açıktır, çünkü deneyim sayesinde görüyorum ki onlar zihnimden bağımsızdır. Öyleyse, benim onları algılama zamanlarını arasında geçen süre ya da aralıklar zarfında da içinde var oldukları bir başka zihin bulunmalıdır. Aynı anda her yerde ve her zaman var olan; her şeyi bilen, kavrayan ve bize kendi takdir ettiği, bizim de Doğa Yasaları adını verdiğimiz kurallara göre ve kendi buyurduğu yolla sunan, ezeli, ebedi bir zihin mevcuttur.”

Öyleyse, şeylerin varlığı, Tanrı’nın varlığına bağlıdır ve Tanrı doğadaki varlıkların düzenliliğinin sebebidir. Doğadaki düzen Tanrı tarafından yaratılmıştır ve sürdürülmektedir ve Tanrı, tüm şeylerin gerçekliğini kendi algısı sayesinde garanti altına alır.

VAROLMAK, ALGILANMIŞ OLMAKTIR

Berkeley için var olmak iki biçimde söz konusudur: Ya algılanarak ya da algılayarak. Algılanan bir varlık varolabilmek için algılayan bir varlık gerektirecek, algılayan bir varlık da varolmak için algılanan varlıklar bulunmasını gerektirecektir.

Algılanan varlıklar “duyumlanabilen nesne ve nitelikler” yani “idelerdir”. Bunlar edilgindir. Algılayan varlıklar ise etkindir. Zihin ya da tin bövledir. Bunların etkinliği algılama ,ve istenç yetilerivledir. Böylece ancak ideler ve bunları algılayan tinler varolabilirler. Tinler algılanamazlar, çünkü edilgin değildirler.

Algılanmadıklarından da deneyle doğrudan bilinemezler. Tinleri bilmenin tek yolu onların etkinliklerinin sonucunu algılamaktır. Bizde başkalarının tin ya da zihinlerinin idesinin bulunmaması bundandır. Başka zihinleri gövdelerde neden oldukları davranışlar, söyledikleri sözler yoluyla tanır, biliriz.

Berkeley’e göre bir nesnenin varolmasının onun algılanıyor olması anlamına geldiği açıktır. Bu ele almış olduğu ve sonradan yadsıdığı görüngücülükten anlaşılır. Berkeley bir nesnenin varolmasını algılanabilir olmasına bağlamıyor. Varolmak için o sıra aktüel olarak algılayan bir tin gerektiriyor.

Öyle ise şu sıra kimse tarafından algılanmayan nesneler konusunda ne denebilecektir? içinden çıktığımız odayı biz algılama-sak bile onu içeride kalanlar algılayacaktır. Ancak onlar da çıkıp kapısını kapatınca odanın varlığı ne olacaktır? Berkeley sürekli yokolup yeniden varolan bir nesne kavramına felsefesinde yer vermez.

Bu onu hiç de istemediği bir sonuç olan solipsizme (tekbencilik) çok yakın bir yere götürebilirdi. O, karşısına çıkan bu sorundan yararlanmış ve önerdiği çözümü bir Tanrı kanıtı niteliğinde sunmuştur. Hiçbir sonlu tinin algılamadığı nesneleri sonsuz bir tin her an her yerde algıladığı için nesnelerin kopuk değil sürekli bir varlığı söz konusudur. Bu da Berkeley’e göre sonsuz bir zihin, bir tin olarak Tanrı’nın varlığının kanıtıdır.

Berkeley benzer bir yöntemi aynı bağlamda doğan ikinci bir sorunun çözümünde de kullanır. İdelere neden olan bir dış dünya yoksa şu iki soru akla gelecektir:

  • Bütün idelerimizi kendi kendimize istencimizle mi yaratırız?
  • Bileşik idelerimizin hep aynı tutarlılıkla gelmesinin nedeni nasıl açıklanabilir?

Evet, der Berkeley, kimi bileşik idelerimizi imgelem gibi düzeneklerle biz oluştururuz. Ancak idelerin büyük çoğunluğu bize istencimiz dışında gelir. Bunların düzen ve tutarlılıkları da istencimiz dışındadır. Berkeley’e göre bu da yalnızca Tanrı’nın varlığını kanıtlar. Bir etkin tin olarak Tanrı üzerimizde bu etkileri, bu düzenlilikte ortaya çıkarır. Algının tutarlılığı ve düzenliliği Tanrı’nın büyüklüğünü gösterir. Bu, Tanrı’nın varlığını bilmenin başlıca yoludur.

İmmateryalist felsefeyi temellendirmek amacıyla, Berkeley’in kurduğu bu uslamlamalar, ilginç olmalarına karşın çoğu kez yanlış öncüllerden türer. Bunlar arasında gerçekten sağlam olan eleştirel uslamlama, algının, gerçekçiliğin öne sürdüğü özdeksel dünya ile karşılaştırılamayacağını, bu iki nedenle de bu iki ortam arasındaki hiçbir ilişkinin deneysel anlamda bilinemeyeceğini, gösterenidir.

Bu deneyciliğin gerçekçilikle tutarsız olduğu sonucunu getiren çok güçlü bir eleştiridir. Descartes ve Locke bilginin bütünüyle idelerden oluştuğunu düşünmüşlerdi. Berkeley de bu görüşü benimser. Oysa Descartes ve Locke bilgiyi oluşturan idelerin bir bağımsız dış dünyanın kopyaları olduğunu da ileri sürmüşlerdi. Bu görüşleri bir yandan gerçekçi, öte yandan da ikicidir (düalist); varlığı özdeksel ve zihinsel olmak üzere iki türe ayırır.

Berkeley gerçekçiliği yadsırken bu ikiciliği de yadsımış ve yalnızca zihinsel-tinsel varlığa yer vererek idealizmi savunmuştur. Ona göre bilgi yalnızca idelerden oluştuğuna ve bildiğimiz her şey de ideler olduğuna göre, bu idelerin arkasında varolduğu bilinmeyen, ama varsayılan, bir gölge dış dünyaya hiç gerek yoktur. Bu Berkeley için algı kuramına gereksiz bir karmaşıklık getiren bir çiftlemedir. Böyle bir ikinci dünyayı yadsımakla bilgiden hiçbir şey yitirilmediğini savunmuştur.

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...