Felsefe hakkında her şey…

El-Kindi (El Kindî)’nin Varlık Felsefesi Anlayışı

04.11.2019
5.616

Kindî, felsefeyi “insan sanatlarının en üstünü ve en değerlisi” olarak görür.

O, bu disiplini eski Yunan’ın iki büyük filozofu Platon ve Aristoteles’in Arapçaya tercüme edilen eserleri ile Plotinus’un Enneadlar adlı kitabının IV-VI. bölümlerinin Esulucya adıyla Arapçaya yapılan çevirisi üzerinden tanımış; kendisi de aynı konuda İlk Felsefe Üzerine (Kitâb fi’l-felsefeti’l-ûlâ) adıyla bir eser kaleme almıştır. Kindî’nin Aristoteles’ten etkilenerek “varlık metafiziği”, Plotinus’tan esinlenerek de “birlik metafiziği” yaptığı söylenebilir.

Tarişer Üzerine adlı risalede çeşitli felsefe tanımlarına yer vermekle beraber Kindî, İlk Felsefe Üzerine adlı eserinde “felsefe insanın gücü ölçüsünde varlığın hakikatini bilmesidir” şeklindeki tanımı öne çıkarır. Ona göre filozofun amacı hakikati bilmek ve ona göre davranmaktır (Kindî, 2002: 139). Filozofumuz, felsefe disiplinlerini sınıflandırırken varlık alanlarını dikkate alır. Bilgiye konu olan varlıklar aşağı, orta ve yüksek olmak üzere üçe ayrılır: İnsanın da içinde bulunduğu doğal varlıkları konu alan fizik aşağıda, matematik ortada, metafizik ise yüksekte bulunmaktadır. Bu yaklaşıma göre orta düzeyde yer alan matematik soyut bir alan olan metafiziği kavramada insan zihni için önemli kolaylıklar sağlar. Bu anlayışın bir yansıması olarak öğretimde matematik, fizik ve metafizik sıralamasını daha verimli bir yol olarak değerlendiren Kindî’nin bu konuda Eflâtun’u izlediği söylenebilir (Kaya, 2002: 28

Kozmik varlığı değişen ve değişmeyen şeklinde iki kısma ayıran Kindî’ye göre, fizik (tabî’iyyât) değişen, metafizik (mâba’de’t-tabîiyyât) ise değişmeyen varlıkları araştırır (Kindî, 2002: 147). İnsan bilgisinin tam olması için, bilinenin sebeplerini de içermesi gerektiğine dikkat çeken filozof, teorik planda varlığın ilk sebebini ve en son gayesini araştıran bir disiplin olarak gördüğü metafiziğe özel önem atfederek, bu disiplini kuşatmayan birinin gerçek bir filozof olamayacağı kanaatindedir (Kindî, 2002: 140).

“Niçin” sorusunun varlığın gaye sebebini araştırdığını belirten Kindî’ye göre, varlığın gaye sebebi de sebepler sebebi, gerçek ve mutlak sebep dediği Allah’tır. Bu sorularla ilerleyen bir sorgulama aynı zamanda herhangi bir varlık veya olayın oluş sürecine katılan madde, suret, fâil yahut hareket ettirici (muharrik) ve gaye yahut tamamlayıcı (mütemmim) sebeplerin belirlenmesini de sağlar. Ayrıca maddi sebebe ilişkin bilgi o şeyin cinsine dair bilgiyi, suretin bilgisi ise o şeyin tür ve faslına ilişkin bilgiyi de içerir.

Varlık hakkında araştırma yapmak ve bilgi edinmek için şu dört soruyu sorup cevaplamak gerekir: “Var mı/dır (hel), ne/dir (mâ), hangisi/dir (eyyu) ve niçin/dir (lime).” “Var mıdır” bir şeyin sadece varlığını/hakikatini/gerçekli ğini soruşturur. Her varlığın bir cinsi bulunduğuna göre “nedir” o cinsin ne olduğunu, “hangisi” varlığın türünü (fasıl ya da ayırım), “nedir” ve “hangisidir” terimleri ikisi birlikte ise varlığın mahiyetini araştıran sorulardır.

İslam felsefesi terminolojisinde bir şeyin dış dünyadaki nesnel gerçekliğine genellikle “hakikat” (gerçeklik), onun zihindeki tümel kavramına “mahiyet” (nelik), nesnel gerçekliklerin belli niteliklerle birbirinden ayrılmasına “hüviyyet” (o’luk/o olmaklık) denilir. Kindî ise hakikat ile hüviyeti birlikte ifade edecek şekilde “inniyyet” terimini kullanır. Buna göre filozof, duyularla algılanan nesnelere ve şahıslara ait tikel gerçeklikleri “inniyyet”, varlığın akılla idrak edilen cins ve türlerine ilişkin tümel gerçeklikleri de “mahiyet” terimiyle ifade etmiş olmaktadır. Ona göre mahiyeti olan her şeyin gerçekliği (inniyyet) vardır (Kindî, 2002: 140, 192). Özellikle İbn Sînâ felsefesinde mahiyet-vücûd ya da mahiyet-zât ayrımı önemli bir problem olarak her yönüyle tartışıldığı halde Kindî’nin böyle bir tartışmaya girmediği belirtilmelidir.

Filozoşarın sürekli değişen nesneler dünyasına karşılık, değişmeyeni yahut değişime konu olduğu halde kendisi değişmeden kalanın ne olduğu üzerinde düşünegeldikleri bilinmektedir. Eşâtun’un değişim ve dönüşümden uzak gerçeklik olarak gördüğü “idea”ya karşı Aristoteles “cevher” kavramını ortaya koymuştur. Kindî’nin “her gerçekliğin altında yatan gerçeklik” (tînetü külli’t-tîne) olarak da nitelendirdiği cevher, “kendi kendine yeterli olan, arazları (nitelikler) taşıdığı halde kendisi değişmeyen, niteleyen değil nitelenendir” (Kindî, 2002: 186). Bir başka deyişle cevher, “kendi kendine var olan, var olmak için başkasına muhtaç olmayan, değişiklikleri taşıdığı halde özü itibariyle değişmeyen ve bütün kategorilerle nitelenendir.” Kindî, Cisimsiz Cevherler Üzerine adlı risalesinde maddi/cisimli cevherlerden başka bir de manevî/cisimsiz cevherlerden söz eder. Her türden cisimli ve tikel nesne ilk cevher iken bunların cins ve türlerine ilişkin tümel kavramlar ise manevî/cisimsiz cevherler olup bunlar ikinci cevher olarak de adlandırılır. Ayrıca nefis, ruh, akıl gibi psikolojik ve ahlaki değerleri ifade eden kavramlar da birer manevî cevher sayılmaktadır (Kindî, 2002: 239-242).

Kindî her ne kadar başta İlk Felsefe Üzerine olmak üzere eserlerinde Aristoteles’e göndermeler yapsa da kendi düşünce sisteminin ana unsuru denebilecek bir hususa odaklanmış görünmektedir: Sonluluksonsuzluk (hudûs-ezelîlik) ve birlik-çokluk (vahdetkesret) kavram çiftleri bağlamında Aristoteles’in âlemin ezelî olduğu yönündeki tezine karşı âlemin yoktan (an leys) yaratılmışlığı tezini temellendirmek.

Meşşâî felsefenin ilk temsilcisi olan Kindî’ye göre varlık ve oluşun ilkesi durumundaki heyulâ (ilk madde) ile suret (form) aynı zamanda güç ve fiili de ifade eder. Salt güç ve imkân halini temsil eden ilk madde, çeşitli formları kabul edecek kıvamda olduğu için edilgin/pasif ilke, her çeşit niteliği kabul edip kendisi nitelik olmadığı için de bir cevherdir. Form ise ister duyu, isterse akılla algılansın bir şeyi o şey yapan konumundaki etkin/aktif ilke olup o da bir cevherdir. Bu özelliği ile heyulâ-suret düalitesinde suret daha belirgin ve daha kolay anlaşılabilir olması bakımdan heyûlâya göre daha öncelikli konumdadır. Ne var ki varlıkta heyûlâ suretsiz, suret de heyûlâdan bağımsız bulunamaz. Bu ikisinin birleşmesi yani güç halindeki heyûlânın surete bürünmesine ise “madde” denilmektedir. (Kaya, 2002: 32-33)

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...