Felsefe hakkında her şey…

Bilimsel (Marksist) Sosyalizm Nedir, Ne Demektir?

16.11.2019
3.215

Bilimsel sosyalizm, materyalist felsefe ile diyalektik yöntemi birleştiren bir dünya görüşüdür. Bilimsel sosyalizme göre bilim, ancak doğadan hareket ettiği zaman gerçek bilimdir.

Tarih ise, doğa tarihinin insanla ilgili parçasından ibarettir. Dünyayı değiştirmek, dünyanın ne yönde değişmekte olduğunu bilmekle ve bu bilgiyi kullanarak değişikliği hızlandırmakla mümkündür.

Bilimsel sosyalizmin veya diğer adıyla Marksizm’in kurucuları, Komünist Manifesto (1848) adlı eserin yazarları olan Karl Marx (1818-1883) ve Friedrich Engels (1820-1895)’dir. Engels Marksist öğretiye önemli katkılarda bulunsa da ön plana çıkan, öğretiye adını veren ve bilimsel sosyalizm denilen sentezi ortaya çıkarak düşünür Marx’tır.

Söz konusu sentez üç yaklaşımdan beslenir:

  1. Hegel’in diyalektik tarih felsefesi,
  2. Klasik ekonomi politikası olarak adlandırılan İngiliz iktisat öğretisi ve
  3. Fransız sosyalizmi.

Marksizm’in her şeyden önce, elleri üzerinde yürüyen Hegel’in diyalektiğini ayakları üzerine oturttuğu söylenir. Hegel, diyalektiği idealist bir düşünce için kullanıyordu. Onun salt idealizmi siyaset alanında tutucu sonuçlara varıyordu. Oysa Herakleitos’tan esinlenen diyalektik yöntem, özü itibariyle hareket ve mücadele üzerine kurulmuş, çelişkilerin ve zıtlıkların mücadelesine dayanmaktaydı.

Gençliğinde Hegelci olan Marx, diyalektiği maddeye daha doğrusu materyalizme uyarlamıştır. Maddecilik nedir? Kısaca tekrarlamak gerekirse, “ruh” ile “madde”, “düşünce” ile “varlık” arasında belirli bir ilişki vardır. Materyalistlere göre, ilk ve esas olan maddedir. Evreni ve maddeyi yaratan ruh değildir; tersine ruhu yaratan maddedir, yani evrendir, doğadır. Kısacası ruh, maddenin yüksek bir ürününden başka bir şey değildir. Maddenin var olma biçimi harekettir, diğer bir deyişle devinmedir.

Hiçbir yerde hiçbir zaman hareketsiz bir maddeye rastlamak mümkün değildir. Marksistlere göre, burada söz konusu olan mekanik bir hareket değil, diyalektik bir harekettir. Her değişme karşıt güçlerin çatışmasından doğar. Eğer bir şey değişiyorsa, bunun nedeni kendi karşıtını içinde barındırıyor olmasıdır. Diyalektik kısaca, çelişkilerin bilimidir. Diyalektik düşünceye göre, her değişim iki süreç içinde gerçekleşir: Önce nicel (kantitatif) bir değişim söz konusudur; bu daha sonra nitel (kalitatif) değişime dönüşür. Daha açık bir ifadeyle söylemek gerekirse, nicel değişim belli bir noktadan sonra nitel bir değişimle sonuçlanır.

Marksizm’e göre, diyalektik yöntemi maddeye uygulayarak doğayı ve toplumu yöneten yasalar öğrenilebilir ve bu yasalardan hareketle – doğa gibi – toplum da değiştirilebilir. Marksizm’e göre insanlık tarihi, bir yandan insanın doğayla öte yandan insanının insanla mücadelesinden ibarettir. Daha doğru bir deyişle tarih, sınıf mücadelelerinin tarihidir. Bu açıklamalardan hareketle Marksizm’in hem determinist (gerekirci) hem de volontarist (iradeci) bir düşünce olduğunu söyleyebiliriz.

Marksizm gerekircilik düşüncesini İngiliz iktisat öğretisinden ödünç almıştır. Adam Smith ve David Ricardo gibi İngiliz iktisatçılara göre zenginliğin üretimi sırasında insanlar (işçi, patron, köylü, zanaatkârlar vs.) arasında kendi iradeleri dışında belirlenen ilişkiler doğar. Bunlar, insanların kendi iradeleriyle değiştiremeyecekleri zorunlu ilişkilerdir, yani üretim ilişkilerinin yarattığı sınıflar arası ilişkilerdir. Marksizm’in temel kavramlarında olan “sınıf” ve “sınıf çatışması”nın kaynağı ise Fransız sosyalizmine dayanır.

Felsefe, iktisat ve sosyoloji alanlarının üçünü de kapsayan Kapital (1867) adlı çok önemli bir eser ortaya koyan Marx, geliştirdiği “artı değer” kuramıyla iktisat bilimine önemli bir katkıda bulunmuştur. Özetle “artı değer”, işçinin ücret olarak aldığından daha fazla değer yaratması ve aradaki farkın da işverene gitmesidir. Marx’a göre proletarya ile burjuvazi arasındaki bu sömürü ilişkisi, proletaryanın mutlak fakirleşmesine yol açmaktadır.

Anlaşılacağı gibi, bilimsel sosyalizm ne sadece bir iktisat öğretisi, ne de yalnızca bir siyaset öğretisidir. Sözcüğün en geniş anlamıyla bu felsefe, bir dünya görüşüdür (Weltanschauung). Bu anlamda Marksist düşünce, dünyayı sadece açıklamayı değil değiştirmeyi de amaçlayan bir felsefedir.

Bilimsel sosyalizmin siyasete bakışını açıklamak için öncelikle Marksist sosyolojiden ve tarihi maddecilikten bahsetmek gerekir. “Tarihi maddecilik”, maddeci diyalektik yöntemin toplumların tarihine uygulanmasından ibarettir. Tarih, insanların eseridir ancak onların tarihi yapan bilinçlerini belirleyen, düşüncelerine yön veren sosyal durumlarıdır, yani maddi koşullardır.

İnsanın bilincini öncelikle belirleyen şey, onun varlığını etkileyen ihtiyaçlarını karşılayan üretimdir. Üretimi belirleyen en nesnel öğe ise üretim tekniğidir. Üretim tekniği, insanın eseridir fakat insanın denetleyemeyeceği sonuçlar doğurmaktadır. Üretim tekniği, üretim biçimini belirler. Üretim biçimi ise sosyal yapıyı doğurur.

Üretim ilişkilerinin bütünü, toplumun iktisadi yapısını yani alt yapıyı meydana getirir. Bilimsel sosyalizme göre hukuki ve siyasi kurumlar üst yapıyı meydana getirir ve alt yapı tarafından belirlenir. Bu tek yönlü bir belirlenme değildir; üst yapının da alt yapıyı etkilediği durumlar vardır, ancak son tahlilde belirleyici öğe alt yapıdır.

Marx’a göre üretim tekniği geliştikçe, üretim ilişkileri ve üst yapı kurumları da değişmektedir. İlkel sınıfsız toplum, köleci toplum, feodal toplum ve kapitalist toplumun her biri değişik üretim ilişkilerini yansıtmaktadır. Aynı zamanda bu toplumların hepsi ayrı üst yapı kurumlarına sahiptirler. Siteden imparatorluğa, mutlak monarşiden temsili monarşiye geçiş, rastlantıların veya insan düşüncesinin evriminin bir sonucu değildir. Bu siyasi değişimlerin temel nedeni kol değirmeninden yel değirmenine, oradan da buharlı makineye geçişin bir neticesidir. Yani tüm bu değişimlerin temel etkeni, üretim tekniğindeki gelişmelerdir. İlkel sınıfsız toplumdan başlayıp sırasıyla köleci, feodal ve kapitalist toplumdan geçerek sosyalizme varacak tarihsel süreçte, değişimin temel nedeni maddi alanda süre giden değişimlerdir.

Marx’a göre kapitalist toplumda üretim araçları gittikçe tekelleşecek, yani belirli ellerde toplanacaktır. Bu durumda çelişkiler ve sefalet giderek artacak ve sonuçta kapitalizm, proletarya tarafından ortadan kaldırılacaktır. İlkel sınıfsız toplum, köleci toplum, feodal toplum ve kapitalist toplumdan sonra üretim biçimi olarak sosyalizm gelecektir. Diyalektik bir süreç neticesinde kapitalist toplum kendi karşıtına dönüşecek (kapitalist toplumdan sosyalist toplum doğacak) ve böylece sınıfsız topluma geçilecektir. Fakat bunun için öncelikli olarak sınıflı toplumun üst yapı kurumlarının ortadan kalkması şarttır. Bu geçiş, siyasi bir mücadeleyi de gerekli kılmaktadır. Marksizm’e göre, siyasi mücadelenin odaklandığı nokta ise devlettir.

Bilimsel sosyalizme göre devlet, toplumun tarihi gelişimi içinde belirli bir dönemin ürünüdür. Bu anlamda devlet, ne toplum dışı, ne de toplum üstü bir kurumdur. Devleti önemli kılan şey ise toplumun sınıflara bölünmüş olmasıdır. Engels’e göre “çelişik ekonomik çıkarları olan sınıfların birbirini yememeleri ve kısır bir çatışma sonucu toplumun parçalanmaması için görünüşte bu çatışmaların üstünde olan, bu çatışmaları önleyecek bir güce ihtiyaç vardır. İşte toplumdan doğan fakat ondan üstün bir duruma geçen ve gittikçe toplumdan uzaklaşan bu güç devlettir”.

Yukarıdaki alıntıda da görüldüğü gibi devlet, bilimsel sosyalizme göre sosyal mücadeleyi yavaşlatan, ona engel olan, iktidardaki sınıfın (yani ekonomik bakımdan üstün durumda olan ve üretim araçlarına sahip olan sınıfın) baskı aracıdır. Marx devletin temelde bir baskı aracı olduğunu belirtmekle beraber bazı durumlarda sınıflar arası güç dengesinin bulunduğu dönemlerde devletin hakem durumuna geçebileceğini de kabul eder. Buna örnek olarak burjuvazinin yükseldiği, aristokrasinin ise gerilediği XVIII. yüzyıl mutlak monarşilerini gösterir.

Marx’a göre burjuva demokrasisi tarihi bakımdan gerekli, mutlak monarşiye kıyasla daha ileri bir aşamadır. Burjuva demokrasisi sosyalizme geçebilmek için önemli bir uğraktır.

Bilimsel toplumculuk deyimi, Alman düşünürü Karl Marx’ın sosyalizmini ütopyacı ya da düşçü sosyalizmden ayırır. Marx’ın materyalist ve tarihsel diyalektiğine bilimsel adının verilmesi, bu diyalektiğin bilimsel bir yönteme, deney ve gözlemlere dayanması ve bunlarla doğrulanması nedenine dayanır. Karl Marx, toplumsal değişimlerin, doğasal değişimlerde olduğu gibi, belli yasalara bağlı olduğunu göstermiştir. Yasalara bağlılık, bilimselliğin nedenidir.

Bilimsel sosyalizm, üstün kişilerin düşünsel tasarımlarına değil, nesnel gerçekliğin belli yasalarına bağlıdır. Bilimsel sosyalizm, Marksizmin ayrılmaz bir parçasıdır ve sosyo-ekonomik yasaların kesin bir zorunluluğudur. Bu zorunluluk, eskimiş üretim ilişkileriyle gittikçe gelişen üretim güçleri arasındaki uyuşturulamaz karşıtlığın doğurduğu bilimsel bir zorunluluktur.

Hazırlayan: Sosyolog Ömer Yıldırım

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...