Felsefe hakkında her şey…

Baruch Spinoza’nın Tanrı ve Özgürlük Anlayışı

03.11.2019
4.043

Dinlerin çoğu Tanrı’nın dünyanın dışında bir yerde, belki de cennette olduğunu öğretir. Baruch Spinoza (1632-1677), Tanrı’nın dünyada olduğunu düşünmesi bakımından alışılmadıktı. Bu fikrini ifade etmek için “Tanrı veya Doğa” hakkında yazdı, tanrı ve doğanın aynı şey olduğunu kastediyordu. Tanrı ve doğa tek bir şeyi tanımlamanın iki farklı yoludur. Tanrı doğadır, doğa da Tanrı. Tanrı’nın her şey olduğu inancı, bir çeşit panteizmdi. Spinoza’nın başına epeyi iş açan radikal bir fikirdi bu.

Spinoza, Amsterdam’da, Portekizli bir Yahudi ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. O zamanlar Amsterdam, zulümden kaçan insanların sığındığı yerdi. Ancak burada bile ifade edebileceğiniz görüşler sınırlıydı. Yahudi bir aile içinde büyümüş olsa da Spinoza, 1656 yılında 24 yaşındayken, muhtemelen Tanrı hakkındaki görüşleri yüzünden sinagogundaki hahamlar tarafından koyuldu ve lanetlendi. Amsterdam’ı terk etti ve sonrasında Lahey’e yerleşti. Bu andan itibaren, Yahudi ismi Baruch’tan ziyade Benedict de Spinoza olarak bilindi.

Birçok filozof geometriden etkilenmiştir. Eski Yunan filozof Eukleides’in çeşitli geometrik hipotezlerle ilgili ünlü kanıtları, birkaç basit aksiyomdan veya başlangıç varsayımlarından bir üçgenin iç açılarının toplamının iki dik açıya eşit olduğu gibi sonuçlara gitmişti. Filozoflar genellikle geometrinin dikkatli mantıksal adımlar yoluyla, kararlaştırılan başlangıç noktalarından şaşırtıcı sonuçlara doğru gitme biçimine hayranlık duyar. Eğer aksiyomlar doğruysa, sonuçlar da doğru olmak zorundadır. Bu türden geometrik akıl yürütme hem Rene Descartes’a hem de Thomas Hobbes’a esin kaynağı olmuştur. Spinoza sadece geometriye hayranlık duymamış, felsefeyi sanki geometriymiş gibi yazmıştı.

“Ethica” adlı kitabındaki kanıtlar geometrik kanıtlara benzer ve aksiyomlar ile tanımları içerir. Spinoza, kitaptaki “kanıtların” geometrideki gibi amansız bir mantığa sahip olmasını düşünmüştü. Ancak buradaki kanıtlar üçgenlerin açılan ve çemberlerin çapları gibi konularla uğraşmak yerine Tanrı, doğa, özgürlük ve duygular hakkındadır. Spinoza bu konuların üçgen, çember ve kareler üzerine akıl yürütmemize benzer bir şekilde analiz edilebileceğini ve haklarında akıl yürütülebileceğini düşünür. Hatta daha ileri giderek kısımları, geometri kitaplarında kullanılan, “kanıtlanmış olması gereken” anlamındaki Latince quod erat demonstrandum deyişinin kısaltması “QED” ile sonlandırır.

Spinoza, dünya ve dünyadaki yerimizin temelinde yapısal bir mantığın yattığına, bunun da akıl yoluyla ortaya çıkarılabileceğine inanır. Hiçbir şey şans eseri olduğu gibi değildir; tamamında bir amaç ve ilke vardır. Her şey devasa bir sistem içinde birbirine uyar ve bunu anlamanın en iyi yolu düşüncenin gücünden geçer. Deney ve gözlemden çok aklı vurgulayan bu felsefi yaklaşım, sıklıkla Rasyonalizm (Akılcılık) olarak anılır.

Spinoza tek başına olmaktan hoşlanırdı. Yalnızlık ona çalışmalarını sürdürmek için gereken zaman ve iç huzurunu veriyordu. Tanrı hakkındaki görüşleri düşünüldüğünde muhtemelen bu, bir devlet kurumunun parçası olmasından daha güvenliydi. Bu yüzden en ünlü kitabı “Ethica” ancak ölümünden sonra yayımlandı.

Spinoza kendisine bir ev satın almak yerine pansiyonlarda kalarak oldukça sade bir hayat yaşadı. Fazla paraya ihtiyacı yoktu, mercek yontarak ve felsefi çalışmalarına hayranlık duyan insanlardan gelen kimi küçük ödemelerden kazandıklarıyla geçimini sağlıyordu. Yaptığı mercekler, teleskop ve mikroskop gibi bilimsel aletlerde kullanılıyordu. Bu onun bağımsız kalmasına ve kaldığı odadan çalışmasına olanak veriyordu. Ne yazık ki aynı zamanda bu meslek, muhtemelen yakalandığı solunum yolu enfeksiyonu nedeniyle, yalnızca 44 yaşında erkenden ölmesine de sebep oldu. Mercekleri yontarken soluduğu cam tozunun akciğerlerine hasar verdiğine kuşku yoktur.

Tanrı sonsuzsa, bunu Tanrı olmayan bir şeyin olamayacağı düşüncesi izlemelidir, diye akıl yürütmüştü. Eğer evrende Tanrı olmayan bir şey bulursanız, o zaman Tanrı sonsuz olamaz, çünkü Tanrı, prensipte her şey olabildiği gibi o şey de olabilir. Hepimiz Tanrı’nın parçalarıyız ama taşlar, karıncalar, çimenler ve pencereler de Tanrı’nın parçalandır. Hepsi. Hepsi de inanılmaz karmaşık bir bütünün içinde birbirine geçer, ama var olan her şey nihayetinde bu tek bir şeyin, yani Tanrı’nın bir parçasıdır.

Geleneksel dindarlar, Tanrı’nın insanlığı sevdiğini ve kişisel dualara cevap verdiğini vaaz ederler. Bu, merhamet gibi insani nitelikleri gayriinsani bir varlığa, Tanrı’ya yansıtan antropomorfizmin bir biçimidir. En uç biçimi de Tanrı’yı kocaman sakalı ve yüzündeki nazik gülümsemesiyle iyi yürekli bir adam olarak hayal etmektir. Spinoza’nın tanrısı böyle bir tanrı değildir. O (kadın ya da erkek) tamamen gayrişahsiydi, herhangi bir şeyi ya da birini umursamazdı. Spinoza’ya göre Tanrı’yı sevebilirsiniz, sevmelisiniz de ancak karşılığında herhangi bir sevgi bekleyemezsiniz. Bu, doğasever birinin, doğanın da onu sevmesini beklemesi. gibidir. Aslında Spinoza’nın tarif ettiği Tanrı insanoğluna ve onların yaptıklarına öylesine kayıtsızdır ki, çoğu kişi Spinoza’nın hiçbir biçimde Tanrı’ya inanmadığını ve panteizminin bir kılıf olduğunu düşünmekteydi. Onu bir ateist ve din karşıtı biri olarak gördüler. Tanrı’nın insanlığı önemsemediğine inanan biri başka ne olabilirdi ki? Yine de Spinoza’nın bakış açısından böyle bir kişi, Tanrı’ya karşı zekaya dayanan bir sevgiye sahipti; bu sevgi, akıl tarafından erişilen derin bir anlamaya dayanıyordu. Ne var ki bunun geleneksel dinle uzaktan yakından ilgisi yoktu. Sinagog onu aforoz etmekte muhtemelen haklıydı.

Spinoza’nın özgür irade üzerine olan görüşleri de tartışmalıydı. O bir deterministti. Bu, onun, her eylemin daha önceki nedenlerin sonucu olduğuna inandığı anlamına gelir. Eğer havaya atılan bir taş, insan gibi bilinçli olabilseydi, her ne kadar öyle olmasa da kendi irade gücüyle hareket ettiğini hayal edecekti. Gerçekte onu hareket ettiren, atma kuvveti ve yerçekiminin etkileridir. Bir taş nereye gittiğini yerçekimi yerine kendisinin kontrol ediyor olduğunu hissederdi sadece. İnsanlar da aynıdır: Yaptığımız şeyi özgürce seçtiğimizi ve yaşamlarımız üzerinde kontrole sahip olduğumuzu hayal ederiz. Bu yüzden de seçimlerimizin ve eylemlerimizin meydana gelme yollarını genellikle anlamayız. Gerçekte özgür irade bir yanılsamadır. Kendiliğinden özgür eylem diye bir şey yoktur.

Bir determinist olmasına rağmen Spinoza, oldukça sınırlı bir tür insani özgürlüğün mümkün ve arzulanabilir olduğuna da inanıyordu. Var olmanın en kötü şekli, esaret altında olmaktır, yani duygularınızın insafında olmak. Kötü bir şey meydana geldiğinde, örneğin birisi size kaba davrandığında ve gözünüz kararıp nefretle dolduğunuzda, bu oldukça pasif bir var olma şeklidir. Tek yaptığınız olaylara tepki vermektir. Dışarıda olup bitenler öfkenize neden olur. Hiçbir biçimde kontrol elinizde olmaz. Bundan kaçmanın yolu, davranışı şekillendiren nedenleri daha iyi anlamaktır.

Spinoza’ya göre yapabileceğimiz en iyi şey duygularımızın dış olaylardan ziyade kendi seçimlerimizden ortaya çıkmasıdır. Bu seçimler asla tam anlamıyla özgür olamasa da pasif olmaktansa aktif olmak daha iyidir. Spinoza tipik bir filozoftu. Tartışılmaya herkesin duymaya hazır olmadığı fikirler öne sürmeye ve görüşlerini argümanla savunmaya hazırdı. Çalışmalarına kimi zaman şiddetle karşı çıkılsa da Spinoza yazdıklarını okuyanları etkilemeye devam ediyor. Tanrı’nın doğa olduğu inancı o dönemde benimsenmedi ama ölümünden sonra, “Ethica”nın çevirisini yapan Victoria dönemi romancısı George Eliot, kendini kişisel bir tanrıya inanmaya ikna edemese de bir mektupta Spinoza’nın tanrısına inandığını açıklayan yirminci yüzyıl fizikçisi Albert Einstein gibi bazı çok ünlü hayranları oldu.

Gördüğümüz gibi Spinoza’nın tanrısı gayrişahsiydi ve insan niteliklerinin hiçbirine sahip değildi; dolayısıyla kimseyi günahları yüzünden cezalandırmazdı.

SPİNOZA’NIN TANRI ANLAYIŞI

“Spinoza’nın yazılarından her yere tanrı yerine tabiat kelimesi konulabilir. Bu konuda kendisi bile sarih olarak yol gösteriyor. Tanrı mefhumundan şahsi, irade ve hatta şuurla ilgili her şeyi çıkarmak suretiyle, Spinoza, bu iki mefhumu birbirine yaklaştırır.”

Spinoza’nın panteist bir düşünce yönünde uçlara vardığı ve monist bir tanrı-doğa düşüncesine ulaştığı ilk olarak belirtilmesi gereken noktadır.Bununla birlikte Spinoza’nın felsefi sisteminde Tanrı kavramının merkezi bir yeri olduğunu söylemek gerekir. Tanrı, bu felsefi sistemin hem başlangıç noktası hem de son noktasıdır: “Var olan her şey Tanrı içinde vardır ve Tanrı olmaksızın hiçbir şey ne varolabilir ne de kavranabilir”.

Ancak yine de açık olmayan Spinoza’nın Tanrı’sının felsefesi açısından nasıl bir şey olduğudur. Kendinde bir neden, nedeni kendinde olmak (causa sui) anlamında Tanrı ve özellikle bu alıntıda kullanılan içinde terimi Spinoza üzerine yapılan sonu gelmez yorum denemelerinde sürekli bir tartışma konusudur. Bilimsel bir düşünceye de dinsel bir düşünceye de bağlantılandırılan Spinozacı felsefenin Tanrı kavramı, hem ontolojik kanıtlamanın hem de bilgi bilimsel yapının anahtarı olarak görünmektedir. Çünkü tanrının varlığı için öne sürülen ontolojik veri, bir gerçekliğin varlığını o gerçekliğin kavranışından hareketle kanıtlamaya yönelen yaklaşımdan hareket eder görünmektedir.

Aynı zamanda Spinoza’nın monist bir dizgeye yöneldiği söylenebilir; onun hem bir ateist hem de bir panteist olarak görünmesini sağlayan ise bu monist tutumun özgüllüğüdür. Ünlü sav sözünde Spinoza, :”Tanrı ya da Doğa” (Deus sive Natura) demektedir.

İlk alıntı ile bu sav söz karşılaştırıldığında Spinoza’nın güç anlaşılır tezleri belirginleşmektedir. Bu formülasyonla Spinoza, bir yanda fiziksel dünyanın özünde tanrı bilimsel olmasını ve öte yandan tanrı biliminin kişisel olmaması sağlamaya çalışır. Burada Spinoza, örtük ve açık bir takım varsayımlara dayanır, hatta bir tür gizli varsayım sistemin temelidir diyebiliriz. Bu gizli varsayım sonradan üzerinde çok konuşulacak olan, gerçeklik ile kavrayışın örtüşmesi, daha düşünce dünyasındaki bağıntıların birebir gerçeklikteki bağıntılara tekabül etmesidir.

Bu yaklaşımları geliştirmekte nedensellik kavramı da ayrı bir öneme sahiptir. Spinoza’nın gizli varsayımının kuramsal dayanağı bir anlamda bu nedensellik fikridir, ancak Spinoza’nın nedensellik fikri ampirizm felsefesi için kabul edilemez bir nedensellik yaklaşımıdır. Spinoza burada rasyonalist yönelime uygun bir yol izler ve nedenselliği bir bakıma dünyadan kopartarak zihnimize, yani dünyayı kendi kavrayışımıza bağlar. Çünkü ona göre, eğer aklı mümkün kılan çıkış noktaları ya da öncüller gerçeklik için bir güvence sağlayamayorsa başka hiçbir şey sağlayamaz. Böylece apaçık gerçeklik, düşünceden gerçekliğe geçişin sağladığı bir gerçeklik olarak belirir. Buna göre, fiziksel dünyanın, düşüncenin onu temsil ettiği gibi olduğunu, bizzat bu düşüncenin kendisinden anlarız ki Spinoza bu yolla argümanlarında kavrayış nosyonunu özel bir ilgiyle kullanmakta ve bunun aracılığıyla dünyaya bir tanım getirmektedir.

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 1 YORUM
  1. Mıstafa dedi ki:

    Spinoza’nin tanrı anlayışını çok güzel anlatmışsınız. Yalnız hem yazı çok uzun hem de konudan konuya atlıyor. Eğer başlıklar halinde tüm ilgili konuları bir araya toplarsanız daha akıcı bir okuma sağlayabilirsiniz. Emeğinize sağlık.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...